Günler nasıl geçip giderse, o gün de öylece geçip gitmişti....
Yani sıradan, yani her zaman ki gibi bir gün.
Hayatının ne kadar sıkıcı olduğunu farkedeli yıllar olmuştu. Kendi kendini oyalayacak yeni yeni huylar ediniyordu.
Bir kaç zamandır öğleden sonraları tren istasyonuna gidip yolcu gönderenleri izlemeyi adet haline getirmişti. Asker yolcu edenler, kızını gelin edip gönderenler, öğrenciler, çocuklar, gençler, yaşlılar, veda edenleri izlemek kalbine yumruk büyüklüğünde bir burkulma, bir yutkunma, sanki tuhaf bir ağırlık yüklüyordu. Yolcu edilenlerin kompartımanın içinden dışarıya bakan yüzlerini izlemek o çok dokunuyor ama yine de onları izlemeyi seviyordu.
Her gün aynı seremoniyi başka insanlar canlandırıyordu. Giden kişiye son kez sarılıyorlar, bir ya da ikisi yolcu ile birlikte kompartıma girip yerine oturtuyor sonra iniyorlardı. Yolcu eden yaşlı bir kadınsa, yaşlı kadının gözleri kırmızı oluyor, çenesi buruşup, alt dudağı titriyor, eşarbının bir ucuyla gözlerini siliyordu. Kadın gençse alenen ağlıyor, ağzı gerilip aralanıyor gözlerinden yaşlar akarken silmeye çalışmıyordu bile. Yaşlı erkekler ağladıklarını gizlemiyor, genç erkekler gözyaşlarını gizlemeye çalışırken "toz kaçtı galiba" diye bahaneler uyduruyordu.
Ona en çok dokunanı geçen hafta şahit olduğu vedalaşma idi; ufacık bir kız çocuğuydu. Saçları örülmüş, ucunda pembe kurdeleler, üstünde kırmızılı beyazlı bir elbise. Otuzlu yaşlarında, yüzüne kırışıkları erken düşmüş, omuzları çökük bir adamın elini tutuyordu beş bilemedin altı yaşındaki kızın. Babaannesi ve dedesi onları yolcu etmeye gelmişti. Babaannesi "iyileşeceksin güzel kızım" diyordu, dedesi gözyaşlarını zor gizliyordu. Yaşlı kadın metanetliydi. "Sen gelince sinemgillerin bahçesine erik toplamaya gideceğiz bak" diyordu. Küçük kız konuşmuyordu, gülmüyordu, yüzünde hiç bir ifade yoktu. Trene bindi babası ile birlikte. Tren hareket ederken yaşlı kadının çenesi titredi.
Kendisine birden ne oldu bilmiyordu, aniden ağlayacağı tuttu. Küçük kız elini sallarken gözgöze geldiler. Birden anladı, insanlar trenlere gidip gidiyorlardı, o ise istasyonda oturup gelene gidene bakıyordu. Ne acılar, ne hüzünler, ne mutluluklar görmüştü, ama gördüklerinin çoğu acılıydı. Onca acı vardı etrafında o yalnızca ziliyordu. Trenlere binip gidenlere bakıyordu ama trenleri asla durduramıyordu.
Gitme fikri kalbinde ilk kez; hiçbirşeyi durduramayacağını, hiçbirşeyi değiştiremeyeceğini anladığı o an filizlendi.
Birbirinin aynı günler nasıl geçip giderse, öyle geçen günlerden biriydi. O gün istasyona gitti, 16:45 trenine bindiğinde, onu yolcu etmeye kimse gelmemişti.
Tekerlekler dönmeye başlayınca, başını cama dayadı, doğduğu, büyüdüğü, o kasabaya son kez baktı. Boğazında düğümlenen hıçkırığı geriye ittirdi. Gökyüzüne baktı, bulutları gördü, içini gıdıklanmaya benzeyen bir mutluluk yavaş yavaş doldurdu.
Yani sıradan, yani her zaman ki gibi bir gün.
Hayatının ne kadar sıkıcı olduğunu farkedeli yıllar olmuştu. Kendi kendini oyalayacak yeni yeni huylar ediniyordu.
Bir kaç zamandır öğleden sonraları tren istasyonuna gidip yolcu gönderenleri izlemeyi adet haline getirmişti. Asker yolcu edenler, kızını gelin edip gönderenler, öğrenciler, çocuklar, gençler, yaşlılar, veda edenleri izlemek kalbine yumruk büyüklüğünde bir burkulma, bir yutkunma, sanki tuhaf bir ağırlık yüklüyordu. Yolcu edilenlerin kompartımanın içinden dışarıya bakan yüzlerini izlemek o çok dokunuyor ama yine de onları izlemeyi seviyordu.
Her gün aynı seremoniyi başka insanlar canlandırıyordu. Giden kişiye son kez sarılıyorlar, bir ya da ikisi yolcu ile birlikte kompartıma girip yerine oturtuyor sonra iniyorlardı. Yolcu eden yaşlı bir kadınsa, yaşlı kadının gözleri kırmızı oluyor, çenesi buruşup, alt dudağı titriyor, eşarbının bir ucuyla gözlerini siliyordu. Kadın gençse alenen ağlıyor, ağzı gerilip aralanıyor gözlerinden yaşlar akarken silmeye çalışmıyordu bile. Yaşlı erkekler ağladıklarını gizlemiyor, genç erkekler gözyaşlarını gizlemeye çalışırken "toz kaçtı galiba" diye bahaneler uyduruyordu.
Ona en çok dokunanı geçen hafta şahit olduğu vedalaşma idi; ufacık bir kız çocuğuydu. Saçları örülmüş, ucunda pembe kurdeleler, üstünde kırmızılı beyazlı bir elbise. Otuzlu yaşlarında, yüzüne kırışıkları erken düşmüş, omuzları çökük bir adamın elini tutuyordu beş bilemedin altı yaşındaki kızın. Babaannesi ve dedesi onları yolcu etmeye gelmişti. Babaannesi "iyileşeceksin güzel kızım" diyordu, dedesi gözyaşlarını zor gizliyordu. Yaşlı kadın metanetliydi. "Sen gelince sinemgillerin bahçesine erik toplamaya gideceğiz bak" diyordu. Küçük kız konuşmuyordu, gülmüyordu, yüzünde hiç bir ifade yoktu. Trene bindi babası ile birlikte. Tren hareket ederken yaşlı kadının çenesi titredi.
Kendisine birden ne oldu bilmiyordu, aniden ağlayacağı tuttu. Küçük kız elini sallarken gözgöze geldiler. Birden anladı, insanlar trenlere gidip gidiyorlardı, o ise istasyonda oturup gelene gidene bakıyordu. Ne acılar, ne hüzünler, ne mutluluklar görmüştü, ama gördüklerinin çoğu acılıydı. Onca acı vardı etrafında o yalnızca ziliyordu. Trenlere binip gidenlere bakıyordu ama trenleri asla durduramıyordu.
Gitme fikri kalbinde ilk kez; hiçbirşeyi durduramayacağını, hiçbirşeyi değiştiremeyeceğini anladığı o an filizlendi.
Birbirinin aynı günler nasıl geçip giderse, öyle geçen günlerden biriydi. O gün istasyona gitti, 16:45 trenine bindiğinde, onu yolcu etmeye kimse gelmemişti.
Tekerlekler dönmeye başlayınca, başını cama dayadı, doğduğu, büyüdüğü, o kasabaya son kez baktı. Boğazında düğümlenen hıçkırığı geriye ittirdi. Gökyüzüne baktı, bulutları gördü, içini gıdıklanmaya benzeyen bir mutluluk yavaş yavaş doldurdu.
Gene hüzünlü bir yazı olmuş Vladimir. İnsanların yalnızlığı bana hep hüzün verir. Aslında yazının sonu umut dolu. Belki de yalnızlığından kurtulur kahramanımız.. Umut etmek başarmanın yarısı derler. Bence doğru..
YanıtlaSilÇok güzel olmuş yazın.
Nedense ilk cümlesi tanıdık geldi:))
YanıtlaSilEvet bazan 'gitmek' gerekir, iyi gelir insana ama nereye gidersek gidelim kendimizi de beraber götürürüz. Yani tek çözüm değildir ama çok iyi bir başlangıçtır. Kahramanımızın gökyüzüne bakması bile umut verdi bana. Umarım güzel bir yolculuk olur:) Sevgiler
bana istasyondan gidenleri izlettin; hep ben de binmek istedim ayni trene...
YanıtlaSilcok guclu bir anlatim!
tebrikler!
ayrica son trene ben de bindim gittim; cok tanidik geldi :)
Gitmek fikri.. Ama sadece gitmek.. Ta ki istegin dısında durdurulana kadar.
YanıtlaSilYine 'ne isim var burda, bana ne bende yabarım ki' tadında hisleri pörtleten bir yazı olmus. (:
yolu açık olsun o halde..
YanıtlaSilyolculuklar hep güzeldir..
gitmek hep güzeldir..
sonu dönüş olsa bile olsun, gidebilmek güzeldir..
Sanki bu kadar uzun aralar vermezdin Vladimir. Umarım her şey yolundadır..
YanıtlaSilBu bizim geleneksel ayın biri yazılarımızdan ilk cümlesi ortak,ardından gelenler farklı.
YanıtlaSilYorumlar için teşekkür ederim sevgili arkadaşlar.
Haklısınız, ve sanırım bu adar hüzün bana bile fazla geldi. Bir müddet elim varmadı yazmaya. Sanırım neşeli bir şeyler yazmak istiyorum.
:))
zaman zaman bende mesela bir yolcuuk sırasında ya da bir otobüs durağında ya da kalabalık caddelerin birinde kendimi oradan soyutlar ve sadece etrafımdakileri izlemeye her bir hayatın içerisine girmeye çalışırım. Duygularını paylaşmaya, keşfetmeye giderim her birinin... Çok güzel bir yazı... Hüzünlü, eline sağlık :)
YanıtlaSilNe zaman blogunuza girsem bu yazıda takılıyorum, bilmiyorum neden. Ama çok güzel yazmışsınız. Bunu söylememek sanki cümlelerin güzelliğini es geçmek gibi olacaktı, söylemek istedim. Öyle :)
YanıtlaSilSevgilerimle
Çok teşekkür ederim, tren resimlerine bakarken ilk yazılan cümlenin bende çağrıştırdıkları bunlar oldu işte.
YanıtlaSilGitmek güzeldir be Vladimir. Yeter ki dönebileceğini, dönüp bulabileceğini bilesin...
YanıtlaSilUğurlamayı ve uğurlanmayı pek sevmememin nedeni bu olsa gerek. Bir şekilde hüzünleniyor insan, değil mi.
Bu hüznü etkileyici bir şekilde anlatmışsın. Teşekkürler.
Şule;
YanıtlaSilÖykü yazmayı kaşımı gözümü yara yara öğrenmeye çalışırken bir duyguyu etrafında örmeye çalıştığım ilk hikayelerimden birisinin ilk taslağı bu. Hikaye yazmaktan sonra sonra büyük keyif almaya başlamıştım