Hepimizin başkalarına tuhaf gelen davranışları, hatta gülünesi alışkanlıkları vardır mutlaka. Bunların çoğunu fark etmeden sergileriz, fark etsek de alışkanlık haline gelmiş bir şeyi bir çırpıda kesip atamayız.
Öğlen tatillerinde yürüyüş olsun diye kendimi yola atıyorum, Kordon’u bir boydan boya katedeyim derken serin havalarda ayaklarım beni kitapçılara götürüyor. Yeni yayınlanan bir şey varsa, İzmir’e gelinceye kadar hala yeni sayılıyorsa tabi, oralarda görüyorum. Bazı kitapçılar sessiz ve ortada duran kitap öbeklerini evirip çevirip içindekileri biraz okuyarak incelemek bence keyifli bir öğle tatili uğraşısı. Sadece kitap değil inceleme alanıma girenler insanları nerede olursam olayım gözlemlemesini seviyorum. Kitapçıya giren insanlara bakıp da karakter tahlili yapan adam var mıdır şu dünyada derseniz; bu konuda başarılı olup olmadığımı bilemem ama en azından eline aldığı kitabın satırlarını sessizce inceleyen kitap kurtlarının arasından ses farklılığı ile sıyrılan bazı tipleri göz ucuyla izliyorum. Kulağıma şunlar çalındı en son;
“Anna Karenina var mı sizde?”
Soruyu soran, kitapçıya yanında kendisi gibi sabırsız görünümlü arkadaşı ile girmiş otuzlu yaşlarda tiz sesli ve kitapçıdaki sessizliği her cephede zorlamaya olan azmini soru cümlesi kurarken de, cevap beklerken elini beline koyduğunda salladığı hışırtılı poşetleriyle de ispat ebilecek kapasitede bir kadındı. Görevli “Evet var hanımefendi” diyerek kadınların hemen yanındaki bir bölmeye doğru ilerdi, rafta duran kitapları gösterdi.
Kadın tavuk sesi çıkartan insanlardandı, sesini kontrol etmeye gerek duymuyordu yüksek perdeden;
Kadın “Kaç Cilt Bu?” diye sordu.
“İki cilt hanımefendi” yanıtını verdi görevli.
Kadın pazarlık edercesine devam etti; “Tek ciltlisinden istiyordum ben”
Görevli; “O Zomsterdam yayınevinden çıkıyor biz o yayınevinden kitap getirtmiyoruz”
Kadın; “Neden getirtmiyorsunuz”
Görevli; “Kısaltarak çeviriyorlar, şikayet almamak için biz de o yayınevinden getirtmiyoruz”
İçeride benden başka üniversite öğrencisi görünümlü üç genç vardı. Raflara bakarak kitapları inceliyor birbirlerine daha önceden okudukları kitapları gösteriyorlardı. Kadının bu istemkar halini tuhaf bulmuşlar işaretleşiyorlardı.
Kadın;“Ay çok ciltli olunca çantamda taşıyamıyorum ki”
Görevli; “Siz bilirsiniz hanımefendi”
Kadın; “Bana getirtseniz, ben şikayet etmem”
Görevli;“Bir yayınevinden bir kitap siparişi vermiyoruz”
Kadın; “Daha çok isteseniz”
Görevli;“Demin söylediğim sebepten ötürü o yayınevinden kitap getirtmiyoruz hanımefendi”
Kadın arkadaşına dönerek; “Bak getirtmiyorlar okuyamayacağım şimdi Anna Karenina’yı”
Arkadaşı; “Yürü gidelim, çok ciltli yapıyorlar mahsus sürümden kazansın istiyor bunlar”
Kadın; “Hep onlar kazanır zaten, çok ciltli olmasın sürümden kaybediyoruz”
Akıllıca bir saptama yapmış gibi sevinerek kahkaha attı her ikisi de. Bu çığrışma faslından sonra görevliye hiçbir şey demeden arkalarını dönüp geldikleri kapıya yöneldiler. O kitapçıda otomatik kapı dışarıdan gelenlere açılıyordu, dışarıya çıkmak isteyenler farklı yöndeki başka bir otomatik kapıdan çıkıyorlardı. Kitabı soran kadın kapı açılacak sanarak cama hamle yaptı kapı açılmadı.
Görevliye dönerek. “Kapı açılmadı” dedi kadın.
Görevli “Çıkış kapısı yandaki bölmede” dedi.
Kadın “Bunu açsanız bana”
Görevli; “Açılmıyor hanımefendi”
Kadın yalvardı yalavaracak, çocuksu bir sesle; “Bir sefer açsanız, yormasanız bizi”
Görevli;“Vallahi açılmıyor”
Kadının arkadaşı yönlendirdi tekrar; “Yürü gidelim, ne kadar dediğim dedik bir adam ya, bunlar bu kafayla yakında kapanır”
İstemeye istemeye diğer kapıya yönlendi kadınlar. Üniversiteli çocuklar koyuverdiler kahkahalarını.
Ben “Ejderha Dövmeli Kız” kitabını alsam mı almasam mı diye kendime mani olmaya çalışıyordum ki kapı kendiliğinden açıldı tekrar. Bayılıyorum bu sensörlü kapılarA. İçeriye girecek olanı hissedip aralanıveriyorlar. Bir ihtimam, bir ihtimam. Müşterilere kapı açacaksın diye görevli dikseler kapıya, kaytarır, bazen açmaz. Kapı açılmayan adam kendinde bir eksiklik hisseder. Mutsuz olur, sinirlenir, ne bileyim olmadık biçimde tepki verir. Otomatik kapı adam ayırmıyor, hiç hemşericilik yok, müşterinin zengini, fakiri yok hepsine aynı muamele. Kapı açıldığı gibi usulca kapandı. Ellili yaşlarda iyi giyimli iki kadın girdi içeriye. Kadınlardan bir tanesi yüksek perdeden seslendi görevliye;
Çölde Çay var mı?
Öğrenciler az önce sahnelenen acayiplikten sonra makara yapmaya hazırdılar zaten aralarında hep bir ağızdan şu cümleleri kurdular fısıltı ile;
“Çölde su bile yok”
“Yok canım!!”
“Olmaz olur mu?”
“Çölde yağmurdan nem kapıyorlarmış”
“Çöle yağmur yağar mı abartmayın siz de”
“Yağmaz”
“Yağarsa çöl olmaz”
“Çöl kuru olur”
“Kuru bir çöl”
“Yağmazsa nasıl nem kapacak teyzem?”
Geyiğin sonu gelecek gibi değildi. Bir tanesi “Yeter lan, duyarsa çemkirmesin bize” diyerek susturmaya çalıştı diğerlerini. Sustular. Beraberce dinlemeye koyulduk.
“Çölde çay var mı dedim size?”
“Yok hanımefendi”…
Kadın hayretler içerisinde “Yaaa?”
Görevli “DVD’si var ama.”
Kadın; “Hmm. Senaristi kim?”
Görevli; “Vallahi bilmiyorum”
Kadın; “Getirin bakiym şuna”
Görevli yandaki bölmeye gidip kısa bir süre gözden kayboldu. Döndüğünde elinde malum DVD vardı. Kadın çantasından yakın gözlüklerini çıkartıp, hizalayarak yüzüne yerleştirdi, DVDyi eline alıp, aldığı gibi hiç bakmadan anında geri uzattı.
Kadın; “Bu olmaz, kitap değil bu”
Görevli bir şey demedi ama gözlerini iki tur döndürdüğüne yemin edebilirim.
Kadınlar geldikleri kapıya yöneldiler. Kapı açılmayınca çocuksu cilveler yapıp açtırmaya çalıştılar, hayır yanıtını duyunca tıpış tıpış dükkanı terk ettiler.
Kırk yıl düşünsem bir dvd alırken “bunu senaristi kim?” sorusu ile karşımdakini dumura uğratmak aklımın ucundan geçmez ya da bir kitap için cilt sayısını azaltacak pazarlıklara kalkışamam. Böyle komik tanıklıklar bazen hoş oluyor. Senaristli soruyu duyduğumdan beri kafamdan soruyu soran tipi bir öyküye oturtmaya çalışıyorum olmuyor, nihayet buraya yazdım kurtuldum, inşallah aklımda dolanmayı keser, rahat ederim.
Görevliye sanki cenaze evini ziyaret etmiş gibi tanrıdan sabırlar ve iyi günler dileyerek çıkış kapısına ilerledim.
Hepimiz hayata bir ucundan tutunmuş asılıyoruz. Başımıza gelenlere bazen hayret edip bazen de gülüyoruz. Başkalarını göz ucuyla izliyoruz, kulak kabartıyoruz. Öğlen vakti, hava da soğuksa kitapçılarda iyi malzeme var; Hem kitap, hem insan. Benden söylemesi.
Öğlen tatillerinde yürüyüş olsun diye kendimi yola atıyorum, Kordon’u bir boydan boya katedeyim derken serin havalarda ayaklarım beni kitapçılara götürüyor. Yeni yayınlanan bir şey varsa, İzmir’e gelinceye kadar hala yeni sayılıyorsa tabi, oralarda görüyorum. Bazı kitapçılar sessiz ve ortada duran kitap öbeklerini evirip çevirip içindekileri biraz okuyarak incelemek bence keyifli bir öğle tatili uğraşısı. Sadece kitap değil inceleme alanıma girenler insanları nerede olursam olayım gözlemlemesini seviyorum. Kitapçıya giren insanlara bakıp da karakter tahlili yapan adam var mıdır şu dünyada derseniz; bu konuda başarılı olup olmadığımı bilemem ama en azından eline aldığı kitabın satırlarını sessizce inceleyen kitap kurtlarının arasından ses farklılığı ile sıyrılan bazı tipleri göz ucuyla izliyorum. Kulağıma şunlar çalındı en son;
“Anna Karenina var mı sizde?”
Soruyu soran, kitapçıya yanında kendisi gibi sabırsız görünümlü arkadaşı ile girmiş otuzlu yaşlarda tiz sesli ve kitapçıdaki sessizliği her cephede zorlamaya olan azmini soru cümlesi kurarken de, cevap beklerken elini beline koyduğunda salladığı hışırtılı poşetleriyle de ispat ebilecek kapasitede bir kadındı. Görevli “Evet var hanımefendi” diyerek kadınların hemen yanındaki bir bölmeye doğru ilerdi, rafta duran kitapları gösterdi.
Kadın tavuk sesi çıkartan insanlardandı, sesini kontrol etmeye gerek duymuyordu yüksek perdeden;
Kadın “Kaç Cilt Bu?” diye sordu.
“İki cilt hanımefendi” yanıtını verdi görevli.
Kadın pazarlık edercesine devam etti; “Tek ciltlisinden istiyordum ben”
Görevli; “O Zomsterdam yayınevinden çıkıyor biz o yayınevinden kitap getirtmiyoruz”
Kadın; “Neden getirtmiyorsunuz”
Görevli; “Kısaltarak çeviriyorlar, şikayet almamak için biz de o yayınevinden getirtmiyoruz”
İçeride benden başka üniversite öğrencisi görünümlü üç genç vardı. Raflara bakarak kitapları inceliyor birbirlerine daha önceden okudukları kitapları gösteriyorlardı. Kadının bu istemkar halini tuhaf bulmuşlar işaretleşiyorlardı.
Kadın;“Ay çok ciltli olunca çantamda taşıyamıyorum ki”
Görevli; “Siz bilirsiniz hanımefendi”
Kadın; “Bana getirtseniz, ben şikayet etmem”
Görevli;“Bir yayınevinden bir kitap siparişi vermiyoruz”
Kadın; “Daha çok isteseniz”
Görevli;“Demin söylediğim sebepten ötürü o yayınevinden kitap getirtmiyoruz hanımefendi”
Kadın arkadaşına dönerek; “Bak getirtmiyorlar okuyamayacağım şimdi Anna Karenina’yı”
Arkadaşı; “Yürü gidelim, çok ciltli yapıyorlar mahsus sürümden kazansın istiyor bunlar”
Kadın; “Hep onlar kazanır zaten, çok ciltli olmasın sürümden kaybediyoruz”
Akıllıca bir saptama yapmış gibi sevinerek kahkaha attı her ikisi de. Bu çığrışma faslından sonra görevliye hiçbir şey demeden arkalarını dönüp geldikleri kapıya yöneldiler. O kitapçıda otomatik kapı dışarıdan gelenlere açılıyordu, dışarıya çıkmak isteyenler farklı yöndeki başka bir otomatik kapıdan çıkıyorlardı. Kitabı soran kadın kapı açılacak sanarak cama hamle yaptı kapı açılmadı.
Görevliye dönerek. “Kapı açılmadı” dedi kadın.
Görevli “Çıkış kapısı yandaki bölmede” dedi.
Kadın “Bunu açsanız bana”
Görevli; “Açılmıyor hanımefendi”
Kadın yalvardı yalavaracak, çocuksu bir sesle; “Bir sefer açsanız, yormasanız bizi”
Görevli;“Vallahi açılmıyor”
Kadının arkadaşı yönlendirdi tekrar; “Yürü gidelim, ne kadar dediğim dedik bir adam ya, bunlar bu kafayla yakında kapanır”
İstemeye istemeye diğer kapıya yönlendi kadınlar. Üniversiteli çocuklar koyuverdiler kahkahalarını.
Ben “Ejderha Dövmeli Kız” kitabını alsam mı almasam mı diye kendime mani olmaya çalışıyordum ki kapı kendiliğinden açıldı tekrar. Bayılıyorum bu sensörlü kapılarA. İçeriye girecek olanı hissedip aralanıveriyorlar. Bir ihtimam, bir ihtimam. Müşterilere kapı açacaksın diye görevli dikseler kapıya, kaytarır, bazen açmaz. Kapı açılmayan adam kendinde bir eksiklik hisseder. Mutsuz olur, sinirlenir, ne bileyim olmadık biçimde tepki verir. Otomatik kapı adam ayırmıyor, hiç hemşericilik yok, müşterinin zengini, fakiri yok hepsine aynı muamele. Kapı açıldığı gibi usulca kapandı. Ellili yaşlarda iyi giyimli iki kadın girdi içeriye. Kadınlardan bir tanesi yüksek perdeden seslendi görevliye;
Çölde Çay var mı?
Öğrenciler az önce sahnelenen acayiplikten sonra makara yapmaya hazırdılar zaten aralarında hep bir ağızdan şu cümleleri kurdular fısıltı ile;
“Çölde su bile yok”
“Yok canım!!”
“Olmaz olur mu?”
“Çölde yağmurdan nem kapıyorlarmış”
“Çöle yağmur yağar mı abartmayın siz de”
“Yağmaz”
“Yağarsa çöl olmaz”
“Çöl kuru olur”
“Kuru bir çöl”
“Yağmazsa nasıl nem kapacak teyzem?”
Geyiğin sonu gelecek gibi değildi. Bir tanesi “Yeter lan, duyarsa çemkirmesin bize” diyerek susturmaya çalıştı diğerlerini. Sustular. Beraberce dinlemeye koyulduk.
“Çölde çay var mı dedim size?”
“Yok hanımefendi”…
Kadın hayretler içerisinde “Yaaa?”
Görevli “DVD’si var ama.”
Kadın; “Hmm. Senaristi kim?”
Görevli; “Vallahi bilmiyorum”
Kadın; “Getirin bakiym şuna”
Görevli yandaki bölmeye gidip kısa bir süre gözden kayboldu. Döndüğünde elinde malum DVD vardı. Kadın çantasından yakın gözlüklerini çıkartıp, hizalayarak yüzüne yerleştirdi, DVDyi eline alıp, aldığı gibi hiç bakmadan anında geri uzattı.
Kadın; “Bu olmaz, kitap değil bu”
Görevli bir şey demedi ama gözlerini iki tur döndürdüğüne yemin edebilirim.
Kadınlar geldikleri kapıya yöneldiler. Kapı açılmayınca çocuksu cilveler yapıp açtırmaya çalıştılar, hayır yanıtını duyunca tıpış tıpış dükkanı terk ettiler.
Kırk yıl düşünsem bir dvd alırken “bunu senaristi kim?” sorusu ile karşımdakini dumura uğratmak aklımın ucundan geçmez ya da bir kitap için cilt sayısını azaltacak pazarlıklara kalkışamam. Böyle komik tanıklıklar bazen hoş oluyor. Senaristli soruyu duyduğumdan beri kafamdan soruyu soran tipi bir öyküye oturtmaya çalışıyorum olmuyor, nihayet buraya yazdım kurtuldum, inşallah aklımda dolanmayı keser, rahat ederim.
Görevliye sanki cenaze evini ziyaret etmiş gibi tanrıdan sabırlar ve iyi günler dileyerek çıkış kapısına ilerledim.
Hepimiz hayata bir ucundan tutunmuş asılıyoruz. Başımıza gelenlere bazen hayret edip bazen de gülüyoruz. Başkalarını göz ucuyla izliyoruz, kulak kabartıyoruz. Öğlen vakti, hava da soğuksa kitapçılarda iyi malzeme var; Hem kitap, hem insan. Benden söylemesi.
Ya bayıldım yazına. Bitmesin istedim. O tiplere Allah akıl, fikir ve onlara katlanmak zorunda olanlara da sabır versin.
YanıtlaSilKitap ve cilt pazarlığı yapmaktan okumaya vakitleri olamamış. Ondan böyle kalmışlar!
Bana da denk geliyor böyleleri, geçen sene Beyoğlu/Simurg'tayken bir nefes nefese bir delikanlı girdi dükkana, "sizde parfüm var mı?" diye sordu.
YanıtlaSilDönüp çocuğa baktık “höö?” diyen gözlerimizle.
Bir saniye içinde aklıma her şey geldi. Salak olabilirdi. Kamera şakası olabilirdi. Kitap kokusu üzerine bir metafor yapıyor olabilirdi.
Sonraki saniyede gayri ihtiyarî “Süskind’in Koku’su olmasın o?” diye soruverdim çocuğa.
“Aaa, evet, galiba” deyiverdi.
Kitabı aldı gitti. Allah bilir aradığı neydi…
vel hasıl, kitapçılar eğlence merkezi olarak ele alınabilirler pekala :)
bir kitap dükkanında saatler geçirse insan daha kimbilir neler neler görecek.. şaşırmamak elde değil tabi sorulan sorulara, isteklere :)
YanıtlaSilbu arada ben de bilgisiz olduğum bir konuda yeri gelmişken sorayım,
klasikleri en iyi iletişim yayınevi çevirir diye bir arkadaşımdan bilgi aldığımdan, oradan toparlamaya başladım ben.?? doğru mu ki ??
anna kareninayı da yine oradan alıp okudum. suç ve cezayı da oradan aldım..
eski kitap toplamak istemiyorum sahaflardan, günümüzdeki basımlarda sence en iyisi hangisi Vladimir?
Aslı;
YanıtlaSilTeşekkür ederim, saptamanda sana katılıyorum :) kesinlikle o sebeple böyle kalmışlardır :))
No More Virgilius;
YanıtlaSilO kadar çok tuhaflık çıkıyor ki heryerde karşımıza, büyük çoğunluğu uçup gidiyor. Senin olayda adamın aradığı kitap değildiyse okumaya alışkın olmayan birinin "koku"nun altından girip üstünden çıkması zor. :))
Tuhaflıklar en çok kitapçılarda, bir de otobüslerde, son olarak da en çok süpermarket kuyruklarında çıkıyor karşımıza.
Çenem düştü süpermarket deyince en son geçen gün Tansaş'da bir paket peçete alan kadın önümde duruyor, ben haftalık alışverişi yapmışım, yürüyen banda "siz kullanmıyorsanız müsadenizle ben satın alacaklarımı koymak istiyorum dedim. yüzünü ekşitti. sinirlendi. bir tuhaf hissettim kendimi. nezaketen sorulan bir soruya bundan daha yavşakça bir tutum sergileyemezdi hiç kimse.
allah bu işi gereği bu tarz tuhaflıklarla karşılaşanlara sabretme gücü önemsememe gücü versin.
7. Oda;
YanıtlaSilBen de bir ara iletişim yayınlarından klasikler seti almıştım içinde 20 klasik roman vardı. Ama yapı kredi ve iş bankası kültür yayınlarında da güzel çeviriler oluyor bildiğim kadarıyla. Tolstoy'un kitaplarını ikinci el kitapçılardan okumuştum. yayınevini hatırlamıyorum ama Hasan Ali Ediz'in çevirisiydi, çok iyiydiler. Ve çevirmenin kitapla, çeviride karşılaştığı zorluklarla ilgili çok uzun bir yazısı vardı, elli sayfayı aşıyordu o bölümler de. Özellikle çevirmenin notlarını okumaktan ayrı bir keyif aldığımı anımsıyorum.
Uzun lafın ksası arkadaşınla İletişim Y. konusunda aynı fikirdeyim :)
No More Virgilius'un bahsettiği olaydaki adamın belki de günahını aldınız :) Koku'nun orjinal adı Das Parfum olduğundan parfüm sordu o arkadaş eminim ben :)
YanıtlaSilAyrıca yazınızı çok beğendim, diğer yazılarınızı da okumaya çalışacağım...
Mert;
YanıtlaSilHaklısın, almancasından ses çağrışımı yapmış olabilir :)
Teşekkür ederim yazıyla ilgili sözlerinden ötürü. Bazen böyle yazı da çıkıyor tırışkadan başka bir şeyde, o an aklıma nasıl geldiyse işte.
Senin blogunu inceledim bu arada, çok akıcı bir anlatımın var, izlediklerimin arasına aldım ikisini de :)
bir kitapçıda çalışmak dünyanın en zor işiymiş gibi görünüyor şu anda gözüme oysa bir aralar hep böyle hayaller kurardım ben ......vazgeçtim. :)
YanıtlaSilefenim mimlendiniz. bilginize...
YanıtlaSil:))
http://beenmaya.blogspot.com/2010/03/cilingir-sofrasi.html
Tabiat Ana;
YanıtlaSilKitaplarla çepeçevre sarılmış olmak, hayalini kurduğum o kadar kitabın her an elimin altında olması çok hoş bir fikir aslında ama. Anormal yüksek sabır seviyesi de gerekiyor öyle bi rişte zedelenmeden kalabilmek için sanırım :)
Beenmaya;
YanıtlaSilÇoktandır mimlenmemeiştim, teşekkür ederim.. Hemen gidip bakıyorum :)
Merhaba Vladimir,
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı, ben kurgu sandım. Özellikle birinci hanımların kapı konusundaki ısrarı kısmında...Uzun zamandır uğramıyordum...Selamlar.
Allah sabır versin görevli bayana.
YanıtlaSil1994 yılında tezgahtarlık yapmadım. Herkesi memnun etmek çok zor. Hergün farklı olaylara karşılaşıyorsun. Sinir bozucu oluğu kadar zevkli iş.
Ayrıca o kızlar kitapların cilt sayısına değil, içindekilere önem vermiş olsalardı o kitabı alırlardı.
Ne yazdı ne yazamadı;
YanıtlaSilBazı insanların gereksiz yere ayrıcalık istemekteki ısrarı ya kahreder ya katil eder. Bunlar da öyle bir ikiliydi işte. O gün kitap bakma olayım hayli şenlikli geçti, artık daha sık uğramaya karar verdim oraya :)
Neslihan;
YanıtlaSilTuhaflıklar karşısındaki en önemli kritik kelimeyi söylemişssin arkadaşım: Sabır. Kimse kimseye ayak üstü gökten zembille inercesine akıl fikir ışınlayamadığına göre sabır gösterip susmak en güzeli sanırım. Lüzüumsuz insanla iş için ağız dalaşına girmeye hiç gerek yok. O kitapçıdaki görevliyi alnından öpmek lazım :))
1994 yılında tezgahtarlık yaptım diyecektim. Yanlış yazmışım.
YanıtlaSilHaklısın o görevliyi alnından öpmek gerekir.
Ne düşündüm bilir misin şimdi. ne bileceksin ben söylemesem. :)
Her gün muhakkak bir olay duyuyorum veya yaşıyorum. Acaba ben bunları içimde sakladığım veya sustuğum için alnından öperler mi yoksa yüzüme tükürürler mi.
Konu nereden nereye geldi. tövbe yarabbim.
:)))))
YanıtlaSilKadın tavuk sesi çıkartan insanlardandı... :)))))))
Neslihan;
YanıtlaSilBen de bazen hızlı yazayom derken elim sürçüyor, yanlış kelimeler çıkıyor istemeden. Ama ben okurken senin ne demek istediğini anladım. :)
Bu arada tanık olduğun gündelik olayları bir yere not al bence, üzerinden zaman geçince en hatırlarım sandığın konu bile hatırlanmayabiliyor.
Abi;
YanıtlaSilVardır ya böyle ciyaklayan tipler, bu da onlardandı, kontrolsüz bir tiz ses, genizden gelen. :)))
Biliyorum da, tasvir müthiş...:))
YanıtlaSil