Sinema Kulübümüzde film sohbetlerimiz devam ediyor. Onuncu akşamımızda temamız "görmek" idi.
İki kısa film ile başladık.
İlki bir Türk filmi "Oyun".
İkincisi "The Power of Words"
Asıl filmimiz ise Kırık Kucaklaşmalar idi.
"Los Abrazos Rotos" (Kırık Kucaklaşmalar, Broken Embraces) Pedro Almodovar'ın 2008 yılında gösterime girmiş olan filmi. Yönetmen, filmin senaryosnu siyah kumları ile ünlü El Golfo Plajı'nda 90'lı yıllarda çekmiş olduğu fotoğrafın bir kıysıındaki minik bir detaydan, yani birbirine sımsıkı sarılı çiftten hareket ederek yazmış. Bu fotoğrafın benzeri filmde üç kez görülebiliyor.
Jenerik flmlerde ışık hazırlığının nasıl yaıldığını gösteren belgesel görüntülerinden oluşuyor. Filmin ilk sahnesi, Mateo Blanco isimini taşıyan ancak kör olması ile birlikte arık Harry Kane ismini kullanmaya başlamış bir yönetmenin gözlerinden başlıyor. Böylelikle daha filmin ilk karelerinden izleyeceğimiz seyirliğin görmek ve sinema üzerine olduğunu anlıyoruz.
Harry Kane ismini incelediğimizde Orson Welles'in canlandırdığı iki önemli film karakteri aklımıza geliyor: "The Third Man" filmnideki unutulmaz "Harry Lime" ile "Citizen Kane" filminin esas oğlanı. Bu iki karakterin isminin birleşmesinden doğan yeni ad bize elbette Orson Welles'ın başına gelenleri anımsatıyor. Ctizen Kane filminin aslında o dönemlerde büyük güç sahibi medya kralı William Randolph Hearst'ün yaşam öyküsünün parodisi olduğunu bilen bilir. Böyle olunca Citizen Kane'in kazandığı başarı Welles'e bir hayli korkulası, güç sahibi düşmanı da kazandırmıştır. Bu yüzden ikinci filmi "The Magnificent Ambersons"ın (Muhteşem Ambersonlar) çekimini bitirince stüdyo yönetmeni devre dışı bırakarak filme el koymuş, kayıtları kurgu masasında tanınmaz hale getirmiş ve sonuçta berbat bir ikinci film Welles'ın kariyer hanesine yazılmıştır. Buradan filmdeki karakterin Welles ile benzer bir kader ortaklığı taşıdığını da anlıyoruz.
Filmin öyküsünü anlatmayacağım ancak içinde gizli üç adet sorunlu baba oğul ilişkisi var. İlki Henry Miller ve ömrü boyunca gizlemeye çalıştığı down sendromlu oğlu, ikincisi güçlü iş adamı ve yönetmen olmaya çalışan eşcinsel oğlu, bir de filmin içinde gizlenmiş baba oğul ilişkisi var ki bunların ilişkisi yok denecek düzeyde olduğu için ilişkilerinde baba oğul olarak sorun yok.
Bu ön bilgilerden hareketle filmin aslında Almodovar'ın kendi hayatından ve diğer filmlerden ödünç aldığı anlar üzerine kurulu bir öyküye sahip olduğu söylenebilir. Film bir çok filme ve oyuncuya güzelleme niteliğinde. Audrey Hepburn, Ingrid Bergman, Italya'ya yolculuk filmi, Fellinini'n film çekme teknikleri ve nihayet seneler önce yönetmenin uluslararası tanınılırlığını yaygınlaştıran "Sinir Krizinin Eşiğndeki Kadınlar" filmi.
Fellini; filmlerinde rol alan aktör/aktisrlerin seslerini kullanmalarına izin vermezdi. Oyuncularına dublaj sanatçıları seslerini ödünç verirdi. BU sayede yarattığı yabancılaşma efekti ile izleyicisini daima filminin dışında tutar, olay örgüsünün seyircisini fimden koparmasına izin vermezdi. İzlediğimiz filmin bazı yerlerinde Penelope Cruz'a başkası ses veriyor. Hem de yllar önce Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar filminde bu sefer Cruz'un canladırdığı Carmen Maura. Böyleliikle dramatik yapının zirveye çıktığı anda oyncu nihayet kendi sesi ile konuştuğunda sahnenin gücü artmış oluyor. En başından beri kendisini konuşuyor olsaydı bu efekti alamazdık. Üstelik yine Fellini'nin tekniğinden vazgeçilmiyor Cruz perdedeki görüntüsü üzerine konuşuyor, Senkronu tutmayan bir konuşmaya rağmen izleyici hem üst düzey oyunculuğun farkına varıyor hem de gerçek yaşam ile filmdeki görüntünün uyumu üzerine kafa yorabiliyor. Film ile hayat bir noktada birbirine değiyor, perdedeki kadın da, yaşamın içindeki kadında seslerin yer değiştirdiği anda arkalarını dönerek terk ediyorlar.
Film bir kaç parçadan oluşuyor. 1992, 1994 ve 2008 yıllarında geçen bir takım olaylar, 1994 ve 2008 yılında çekilmiş bir belgesel film. 1994 yılında çekilmiş ancak başarısız olmuş bir film ve bu filmin 2008 yılında yeniden mAna tntajlanmış hali.
Bütün oyuncular çok başarılı ancak Cruz konuşmadığı anlarda bile seyircisinin yakasını rahat bırakmayan bir oyuncu. Gelgitleri olan karakteri inanıdırıcı biçimde canlandırıyor. Özellikle Ibiza adasında; Salvador Dali'nin tablosunu andıran çarşaflarla örtülü iki sevgili sahnesini takip eden anlardaki soğuk kanlı, mutsuz, yanındaki adamdan duyduğu tiksintiyi gizlemeye çalışan ancak gizlemesine artık neden kalmadığını sanarak rahatlamış kadın. Bir kaç saniye içinde bu hisleri diyalog olmaksızın gözleri ile canladırması onu baarılı bir ooyuncu yapmaya yetiyor
Teması görmek olan bir filmi anlamak için önümüze sunulan parçaların her birini izledikten sonra zihnimzde birleştirerek anlamaya çalışmamız en doğalı. Parçalar filmin sonunda bribrini buluyor ve finalde söylenen söz "Başlanan her film mutlaka bitirilmelidir" seyircisinin içine yeniden en baştan izleme isteği düşürüyor.
Kırık Kucaklaşmalar birlikte izlediğimiz, üzerine konuştuğumuz onuncu filmimiz oldu. Bir sonraki sohbetimiz 2006 yapımı bir Alman filmi olan " Das Leben der Anderen" (Başkalarının Hayatı) olacak.
Nice filmlerde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.
Fotoğrafta Pedro Almodovar
oyuncularına filmin en önemli sahnelerinden birinde
neler görmek istediğini anlatırken görülüyor.
Kırık Kucaklaşmalar ı izledim harika işlenmiş...Bu yönetmenin hiç bir filmini kaçırmadım.İyiki film siteleri var,yoksa her filme sinemalarda ulaşamıyoruz :)
YanıtlaSil