Bazen günümüzde olan biteni seneler önce çekilmiş bir filmi ya da tiyatro eserini izlediğimizde daha iyi anlayabiliriz. Kısa bir süreliğine dahi olsa olağan kabul ettiklerimizden gözlerimizi ayırıp farklı bir atmosferi solumamız etrafımızı çeviren kabuğu ve onun dışında cereyan edenleri daha net biçimde görmemize yardımcı olur. Nüremberg Duruşması isimli filmi izlerken bunu bir kez daha anladım.
Nüremberg Duruşması, Stanley Kramer tarafından yönetilmiş 1961 yapımı bir film. Kramer çalışma hayatı boyunca "günümüzde ve yakın geçmişte olanları gelecek nesillere tarafsız biçimde aktarmalıyız" mantığı ile filmler üretmiş bir prodüktör ve yönetmen. Hal böyle olunca elini attığı film ülkesinde ses getirmiş. Bir çok Holywood stüdyosunun yapmaya çekindiği senaryo onun elinde beyaz perdeye yansımış. Seçtiği konular; nükleer tehlike, ırkçılık, faşizmin sonuçları ve etkileri, hırs, evrim teorisi, yaratıcılık etrafında şekillenmekte.
Nüremberg Duruşması bol yıldızlı bir film ancak yıldızlı filmlerin düştüğü tuzaklara sağlam senaryosu nedeni ile düşmüyor, filmde boşa harcanmış bir tek an yok. Dış çekimler Nuremberg'de iç çekimler Holywood'da gerçekleştirilmiş. 1948 yılında savaş suçluları yargılanmaktadır. Nazi yönetiminin üst kademesindekiler yargılanmış, sıra bir alt kademeye gelmiştir. Film 1935 - 1945 yılları arasında hakimlik görevinde bulunmuş kişilerin yargılanma sürecini anlatmaktadır. Kanunları uygulamış bu kişilerin geçmişleri ortaya serilir. Amerika Birleşik Devletleri tarafından göreve getirilen Baş Hakim Dan Haywood (Spencer Tracy) kendi ülkesinde nüfuzunu kaybetmiş, emekliye ayrılmıştır. Bir yandan ülkenin savaş zamanındaki dinamiklerini anlamaya çalışmakta diğer yandan vereceği kararın adil olabilmesi için o güne kadar inandığı değerleri günün koşulları ile kıyaslamaktadır. Almanya'da halk artık amerikalıları istememekte, mahkeme salonuna tanıklık yapmak üzere çıkanların evleri geceleri taşlanmakta, duruşmanın seyrine önemli katkıları bulunacak insanlar şahitlik etmeye çekinmektedir. Öte yandan Rusya'nın Çekoslovakya'yı işgali Amerikalıların Almanya'nın yakın geçmişi ile yüzleşmesi konusundaki sıkı tutumunun gevşemesine neden olur. Artık rüzgar farklı yünden esmekte ve aylar süren duruşmanın sonucunda hafif cezalar çıkması beklenmektedir. Kirli geçmişte olanlar Nazi döneminin kanunlarına göre olmuş bitmiştir kurcalamanın alemi yoktur.
Nazi Almanya'sında masum insanları suçlar icad ederek ard arda yargılayan bu adamların yargıladıkları insanları bekleyen akıbetten haberi yok mudur? Milyonlarca insanın mahkemelerden geçirilip ölüm kamplarına gönderildiğinde haberleri nasıl olmaz? Öte yandan Churchill'in 1935 yılında verdiği demeçlerde Almanya'nın yükselişini gıpta ile işaret edişi yargılamaların yapıldığı gün bakıldığı zaman suç değil midir? Şimdi ülkeye çeki düzen vermeye çalışan ancak zamanında Alman iş adamları ile ortaklık kuran Amerikalılar olan bitene seyirci kalmakla suç işlememişler midir? Nazi dönemindeki mahkemeler suçlu yaratmayı hedeflemiş birer sirk ise nazi hakimlerini, yargıçlarını yargılayan Amerikan bayraklı mahkemenin o sirkten ne farkı vardır? Film ilerledikçe suç, suç ortaklığı kavramları birbirine karışır. Öyle bir noktaya gelinir ki filmin kötü kahramanı "vatanseverlik" olur. Körü körüne bir vatan sevgisi ile önüne geleni sınıflandıran, kendinden olmayanı yok eden kitleler yaratmış bir vatan sevgisidir bu.
Filmin asıl hedefi izleyicinin kendisine sorular sormasıdır.İzleyici sorar ve yanıtlar arar. Film yanıtları vermez. Finalde seyirci kendi yarattığı sorular ile hesaplaşacaktır çünkü. Film bitip yazılar geçmeye başladığında naif, dürüst, adalet diye bir şeyin varlığına inanan her insan ufak bir şok yaşar. Filmin en vurucu anı finalde ekrana düşen minicik bir cümledir.
Filmin büyük bölümü daracık bir mahkeme salonunda geçiyor. Böylelikle izleyici şahitlerin ve sanıkların yaşadığı ruhsal sıkıntıyı birebir, yakında gözlemleyebiliyor. Nazi döneminde Adalet Bakanlığı da yapmış Emile Janning karakterini canlandıran Burt Lancaster bulunduğu her sahnede arka planda otururken dahi, diğer oyunculardan rol çalıyor. Canlandırdığı karakter konuşmamayı seçmiş bir kişi, gözleri ile oynuyor: etrafı süzüyor inceliyor, abartısız ve sade oyunculuk filmin üçüncü çeyreğinde yaptığı tek konuşma ile, suskunluğuna kısa süreliğine ara verdiğinde bile bozulmuyor. Susan bir karakterin aniden ve sakin konuşması filmin en önemli anı oluyor. Marlene Dietrich, Bayan Betholt rolünde çok başarılı. Üst düzey bir nazi subayı ile evlenmiş, tipik nazi bir kadın, ilk mahkemelerden birisin eşinin idamına karar vermiş, yeni yönetim kadının elinden ailesinden uzun seneler önce kalmış mülklerine kadar herşeyini elinden almış. Böyle bir insanın duygularını bir kaç sade mimikle verebilmek usta oyunculuk olsa gerek. Özellikle kahve ikram ettiği sahnede oyunculuk dersi verir gibi. "Senden ve senin temsil ettiğin herşeyden nefret ediyorum" bakışları ile son derece kibar biçimde "Bir kahve daha alır mıydınız?" diye soruşu inanılmaz. Maximillian Schell mahkeme salonundaki tansiyonu belirleyen karakter. Duruşmanın başındaki atak ve heyecan dolu genç avukat, filmin finaline doğru inandığı değerlerin içlerinde yatanları gördükçe neye inanacağını bilmez bir adama dönüşmüş oluyor. Karakterdeki değişimin adım adım abaratısızca gelimesi çok başarılı. Seneler sonra Marlene Dietrich, inzivaya çekildiği yıllarda bir filmde oynamayı sadece yönetmeni Maximillian Schell olacağı için kabul ediyor. İki oyuncu bir kez daha aynı filmde buluşuyor. Ancak Dietrich söz konusu filmde saçının tlini bile göstermiyor, sadece sesi ile var.
Judgement at Nuremberg - 1961 - ABD
Senaryo: Abby Mann ile
ismi filmin künyesinde yer almamakla birlikte Montgomery Clift
Yönetmen: Stanley Kramer
Oyuncular:
Spencer Tracy
Burt Lancaster
Maximillian Schell
Richard Widmark
Werner Klemperer
Marlene Dietrich
Judy Garland
Montgomery Clift
William Shatner
Meraklısına Linkler:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar