29 Kasım 2012 Perşembe

Havada "İs" Sesi Var

İs sesi olur mu demeyin, bal gibi de olur.

Burak Pekün daha önce;

"Sadece kendimi paylaşmak...
Müziğe dökerek anlatabilmekti içimdekileri...
Kendimi kendime anlatışımdı kaygısızca
Tüm endişe ve beklentilerden uzak..."

"Bu düşünceyi gerçekleştiren; Yeteneğini, içtenliğini "kalbini" benden esirgemeyen Fatih Erkoç'a, belki aynı kandan değil ama aynı candan olduğumu hayatımın her anında hissettiren, beni kendime anlamlı kılan Aziz Şenol Filiz'e, kalbinin parmaklarının ucunda attığına inandığım, insanlığı ve inancıyla bana her zaman destek olan Semih Erdoğan'a, her an yanımda olup beni daha güçlü kılan müziğin gerçek sahiplerine; Canım Şenova Ülker ve biricik Levent Altındağ'a, yaşamdaki duruşu ile "olabilmeye çalıştığım"gerçek bir beyefendi sevgili Eduard Aris'e, gönülle yanımızda olan değerli Erdal Akyol ve Pınar Duruk'a, yaşadığım hergün eksikliğini daha çok hissettiğim değerli hocam Feridun Baydar'a, varlığıyla dünyayı ve dünyamı güzelleştirmiş olan buram buram özlediğim Doğan Kınık'a attığım her adımda yapabileceğimiz şeylerin çokluğunu gördüğüm,beni erkenden bırakıp giden değerli hocam George Kirşef'e, dünya ile gördüğüm en barışık insan Cüneyt Şahin'e beni sevgisiyle onurlandıran Ömür Göksel'e, Oğlu olduğum için Allah'a şükrettiğim, bana hayatından veren canım babacığım Ünsal Pekün'e ve ağır yalnızlıklarmı paylaşan, herşeye rağmen beni hiç (ve tek) terk etmeyen canım kedim "Sonradan Gelen"e... Yaşattığı mutluluk ve üzüntülerle içimi müziğe dökerek kendimi ifade etmeme neden olan tüm sevdiklerime... Bu hayatta tanımış olmanın mutluluğunu duya duya... Sevgiyle..."
 
diyerek annesine şthaf ettiği "İskele" isimli albüm ile merhaba demişti gerçek müziği özleyen müzikseverlere. Sene 2009 idi.
 
Daha dinler dinlemez tüm zamanların en beğendiğim Türk Malı albümlerinden bir tanesi olmasına karar verdiğim sıkı mı sıkı, heyecan verici bir çalışma çalışmaydı.
 
Şimdi sene 2012 ve Burak Pekün "İs" isimli albümü ile müzikseverlere merhaba diyor.
 
 
Burak Pekün bu defa yanına; Fatih Erkoç, Erdem Sökmen, Melis Sökmen, İsmail Soyberk, Şenova Ülker, Hasan Cihat Örter, Cem Aksel, Erkan Hadimoğlu, Serdar Basrçın, Gür Akad gibi isimleri alarak kaydetmiş parçlarını. (Enstrümanları ve sesleri ile albüme dahil olan isimlere bakar mısınız lütfen!) Daha ilk parçadan çekip alıyor dinleyeni içine, her bir ses yerli yerinde kullanılmış, sade abartısız düzenlemeler ve dahası çoktandır ihmal edilmiş her ne varsa müziğe dair, bu albümde yerini bulmuş. Yani şarkılarda melodiler var.
 
Havada İs sesi var, "İskele"deki "Yıllarca"ya kulak kabartmaya ne dersiniz.
 
 

 


Meraklısına Linkler;
 
 





28 Kasım 2012 Çarşamba

Bir Alamet

Aşağıdaki resim alametlere dair minik bir şaka olsa da, küresel ısınma tepemize asılı tehlikelerin en önemlilerinden bir tanesi. 



26 Kasım 2012 Pazartesi

Kitap Fuarın'dan Edindiğim Kitaplar

Fuar'ın uzak oluşu hayli bezginlik yarattı. Vardığımda yorgun olduğum için, gezmeye pek fırsatım olmadı. "İmza:Kızın" merakla beklediğim bir kitap olduğu için fuardan evvel edindim. Metrobüs yolculuklarımda okuyarak bitirdim. Hüzünlü, huzurlu bir kitap. Yıllarca naımsanacak bir proje. Emeği geçenleri temrik ediyorum. 

Fuarda edindiğim kitaplar şunlar:

Discovering China
Stries from China: Han, Wei and Six Dynasties
When Movies Mattered - Dave Kehr
Tuğla - Murathan Mungan
Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın - Jonathan Safran Foer
Tanrı Olmak İteyen Otobüs Şoförü - Etgar Keret
Gazze Blues - Etgar Keret & Samir El-Yousef+
Şarkı Okuma Kitabı - Bülent Somay
Camdan Mezbahalar - İzzet Yaşar

Bir de resme girmeyen Yelda Karataş'ın Safran Çiçeği isimli kitabı var.

Çin'in milattan önceki dönemlerinde yazılmış öyküleri içeren antoloji çok ilgini, hayalet öyküleri ve diğer varlıklar, günlük olaylar ve tarihi gerçekler ile harmanlanıp çok sade bir dille aktarılmış. Çin klasiklerine yabancı olduğum için eksiklik hissediyorum. Büyük bir okyanus var önümde, bir kenarından daldım bakalım nereden çıkarım.

Film eleştirileri ise film okumalarımı her zaman dah azenginleştirmyi başarmıştır, farklı nüasnlar dikkatimi ilk bu tür yazılar sayesinde çekmeye başlamıştır. Şimdi ise büyük keyif alıyorum bu tür inceleme yazılarından. 

Murathan Mungan alınmazsa olmazdı, Etgar Keret'in ise bu iki kitabı bende yoktu. Hoş Gazze Blues'un ona ayrıılan kısmı önceki kitaplarında yer alan öykülerinden oluşturulmuş ama bir öyküsü ile de olsa farklı bir yazarı tanımamı sağladı. 

Filmini izlediğim "Aşırı Gürültülü...." ise, filminden kat kat iyi, görsel yönü sinemaya yapılan uyarlamasında daha zengin. Tabi ki filme aktrarırken zaman faktörünün her zaman lehte işlemediğinin farkındayım.

 Şarkı Okuma kitabı bir solukta bitti. 

Camdan Mezbahalar'ın eğlenceli, esprili dili ile ülkemizin yakın geçmisişinden gayet tanıdık, sıradan ya da göz ününde olsun insan tiplerini hicvedişini çok sevdim.

Fuarla birlikte aldığım kitapları okumam da biti. 

N'apacağım ben şimdi?



Düşünemiyorsanız....

Pazartesi, Pazartesi sizleri düşünmeye davet ediyorum.

Öyle bir ülke düşünün ki; 
- Taklide ve aşırmaya "avangard", 
- Manasızlığa "deneysellik",
- Kötü işlere "fantastik",
- Müptezelliğe "özgünlük",
- Yalan dolanla servet yapmaya "iş adamlığı",
- İlkesizlere "örnek adam"
- Aynı soruya her defasında birbirine benzemez yanıtlar vermeye "girişimcilik",
- Akıllara zarar işler yapmaya "ezber bozmak" denilsin.

Düşünemiyorsunuz değil mi?

Ha, ha, ha!!!...

Düşünemiyorsunuz, o halde yoksunuz!

Böyle bir ülke olduğunu, hele hele o ülkede var olduğunuzu düşünecek olsanız yandığınız resmidir zaten. 





16 Kasım 2012 Cuma

Yarın İlk Kez

Tüyap, İstanbul Kitap Fuarı'nın ilk gününde - 17 Kasım 2012 Cuöartesi günü - 2. Salon 212/a Kanguru Yayınları'na ayrılan standda, saat 14:00-16:00 arasında benim için bir ilki büyük bir heyecan ile gerçekleştireceğim. :) 

Ne olduğunu sormayın lütfen :)  



14 Kasım 2012 Çarşamba

Hayat Ne Garip? Işıklar, Astronotlar Falan...

Dünya'da gece iken astronotlar ne görür? Peki ya gelecekteki astronotlar ne görecekler?






Hepsi Aynı mı?

Karısı yanlış zamanda yanlış yerde karşılaştığı bir sokak serserisi tarafından öldürüldüğünden beri yazar Paul Benjamin artık yazamaz olmuştur. Tıkanmıştır. Öykülerin kenarından geçer, farketse de dokunamaz onlara. Brooklyn'de 3. Sokak ile 7. Cadde'nin köşesinde, müdavimi olduğu bir tütün dükkanı vardır, her gün oradan sigara satın alır. Dükkanı işleten adama adını sorduğunda, adam Auggie Wren ismini uydurur.
 
Auggie Wren'i tanıyanlar onun her sabah dükkandan çıkıp, hava ne olursa olsun, caddenin karşısına geçerek saat tam sekizde, dükkanın resmini çektiğini bilmektedir. Hayatının projesidir bu garip eylem. Çektiği fotoğrafların sayısı dörtbini geçmiş ve albümler dolusu olmuştur. Her bir karenin altında çekildiği günün tarihi yer almaktadır. Auggie Wren hep aynı resmi çekmektedir.
 
Auggie bir gün albümlerini gösterir Paul'e. Yazar resimlere hayranlıkla bakar.
 
- "Bunların hepsi aynı" der.
 
Tütüncü fazla hızlı baktığını, böyle yaparsa bir şey analayamayacağını anlatır:
 
- "Bunlar aynı değil, hepsi farklı, sen dikkatle bakmasını bilmiyorsun."
 
Yazar dikkatle baktığında Auggie'nin ne yapmaya çalıştığını anlar.
 
Dükkan hep aynıdır, yoldan geçenler mevsimler, bitkiler, yerlerdeki karolar, her şey ama her şey yerinde durmaktadır. Dükkanın vitrini bile erli yerindedir.




Smoke; Paul Auster'ın senaryosunu yazdığı ve Wayne Wang'in yönettiği ancak yazarın da adı geçmese de filmde yönetmen olarak parmağının olduğu, yönetmenliği denediği ilk film. Yapım yılı 1995. Filmin finalinde Paul Auster'in bir öyküsü yer alıyor. Gördüğü ilgi üzerine aynı sene Smoke'un devamı da çekildi. ismi: Blue in the Face. Paul Auster 1998 yılında Lulu on the Bridge,  2007 yılında The Inner Life of Martin Frost filmlerini yazdı ve yönetti. 

13 Kasım 2012 Salı

Maria Rita Epik'ten Bir Şarkı

Maria Rita Epik'in ilk albümünde yer alan bir şarkıydı bu. Severk dinlediğim Türk Pop Müziği şarkılarındandır. Videosunu çoğunlukla sizlerden gelen fotoğraflar ile oluşturdum. Umarım beğenirsiniz. 




12 Kasım 2012 Pazartesi

Gölge Falı Maceramın Son Aşaması

Kitabın hazırlık aşamasında kapağı ilk önce Tijen arkadaşım tasarladı. Öykülerden birinde gizlenmiş olan meleği yakaladığı için nasıl mutlu olmuştum anlatamam. Sonra ilk yaptığı kapaktaki renkleri azalttı ve turuncu tonlar o meleğe çok yakıştı. Sonra, her işte olur ya bizimkinde de pürüz çıkmazsa olmazdı. O kadar beğendiğim melekli kapak olmadı, kısa zamanımız kalmıştı başkasının hazırlayacağı kapakla uğraşamazdım. Oturdum kendim birkaç tane kapak hazırladım. Çocuk, El ve Bacaklar isimleri ile özetleyeceğim üç kapak arasında kararsız kalmıştım aslında. Yine de bütün seçenekleri yaklaşık 30 kişye sundum. Gelen yanıtlardan "Bacaklar" adını verdiğim kapağı seçmem kolay oldu. Kırmızı perdenin altından görünen bacaklar çoğunun ilgisini çekmişti.

Kitap tanıtımında elediğimiz kapaklar, kitabın asıl kapağı ve sonradan kitap kapağının parodilerini yaptığım resimlerden hazırladığımız afişleri, Kanguru Sanat Merkezi'nde toplantının yapılacağı yere sıra sıra astık.





Yaptığım afişlerden bir tanesinde, kitabın içeriğini yemek tarifi gibi anlattım. Toplantımıza Aydın Şimşek'in açılış konuşması ve afişte yazılı olanların okunması ile başladık. 



Gölge Falı'na Bir Bakış:

Malzemeler:
Saklanan bir çocuk,
Yıllarca gizlenmiş bir melek,
kaybedenlere adres soran bir kayıp,
Hatıralarını ütüleyen bir ev hanımı,
Tüm suretlerini yok etmiş bir kadın,
Yüzlerdeki gölgeleri okuyan bir adam,
Falında çıkan kadını bekleyen bir talihsiz,
Bir rüya koleksiyoncusu,
Kuyruklu yıldız bekleyen bir genç,
İçinden tren sesleri geçen bir korkak,
Adresini şaşırmış bir mektup,
Evlerinde gönüllü hapis insanlar,
Dİkenli teller,
Menekşeler,
Unutulmuş çocuklar
ve karamel kokan bir ada.


Hazırlanışı;
Hepsinin üzerine bir tutam zaman ekleyin...
Karamel kokuları gelmeye başladı mı burnunuza?
Kürdili hicazkar bir şarkı koyun kasetçalara, ya da Alpay'dan Çürüyem Otlar'ı ve rahat bir koltuğa yerleşin güzelce.
Yanı başınızda bir kadeh kırmızı şarap vardır umarım.
Işıkları da azaltın en iyisi.
Açın Gölge Falı'nın on birinci sayfasını...
"Mazide kalmış kentleri, bir daha görmeyeceğin insanları unutmanın zamanı geldi..."


Epeydir topluluk karşısında konuşmamıştım... aslında masa arkasında oturarak ilk kez konuştum. İyi fikir değilmiş hemen anladım. Blog dostlarımdan Lezzetli Geziler, Mavikalemdekiler, Ege Mavisi, Tutsak oradaydı. Tutsak ile bu vesile ile tanışmış oldum.
Beni dinlemeye gelenler arasında Melih Ergen, Emel Kayın ve Tülay Güzeler gibi yazarlar ile çiçeği burnunda yazar arkadaşlarım Turan Horzum ile Evrim Ocakçı da vardı. Senih Özay'ın toplantı başladıktan kısa bir süre sonra kendine özgü tavırları ile salona girmesi sürpriz oldu. Çoğumuz onu Gupse Özay'ın (Yalan Dünya'nın Nurhayat'ı) babası olarak biliyorsunuz.
Salonda eski dostları, yeni ahbapları görmek, tanımadığım insanlarla karşı karşıya gelmek çok keyifliyfi.

Öykülerimden bir tanesinde Sevim Burak gizliydi. Konuşmanın bir yerinde Mavikalemdekiler onu yakaladığını söylemesin mi? Nasıl mutlu oldum. Heyecan, meyecan kalmadı o dakikada.

Keyifli bir konuşma oldu. Önceden yazmak nedir, neden yazılır başlıklı bir konuşmam vardı. Ancak aynı yerde dah abir kaç hafta önce Melih Ergen'in aynı başlıklı bir konuşması olduğunu öğrenince hele de kendi karşısında aynı konuya girmeye kalkışmadım. Serbest bırakınca bence daha iyi oldu.

Sorular güzeldi, daha rahat solu alıp vermeme neden oldular en azından.

Neden yazarız nereden hareketle yola çıkar once öyküye geldiğimde bir sırrımı açıkladım.

Ben öykülerimi fotoğraflara, resimlere bakarak yazıyorum.

Mesela aşağıdaki fotoğraflardan 13 öykü çıktı.




Bunlardan da 15 öykü...




Sıra kitaplarımı imzalamaya geldiğinde, imzaladığım her kitabın içine bir zarf verdim, içlerinde birer kartpostal vardı. Her birinin ön yüzünde bir öyküme ilham vermiş resim arka yüzünde ise kitap kapaklarımın parodisi ve kitaptaki tuhaf rus yazar V. Paskov'un şimdili hayali kitaplarının birer kapak resmi vardı.

Heyecandan mıdır, kalabalıktan mıdır yakınarkadaşlarımdan bazılarının isimlerini imza atarken anımsamayışım günün espri konusu oldu.

Sanırım yüzümün akı ile çıktım bu günden.

Artık rahat bir nefes alabilirim.

Yorum ve e mailleri ile deste veren tüm blog arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Haftaya Cumartesi ve Takip eden Pazar Günü Öğleden sonra Tüyap İstanbul Kitap fuarında, Kanguru Yayınları standında olacağım. 2. Salon, 212A.. Saatlerini daha sonra duyuracağım.







7 Kasım 2012 Çarşamba

Kitap Tanıtımı

Kitabımla ilgili gelişmeleri bu yeni blogdan ve Facebook sayfasından paylaşmaya karar verdim. Ama Vladimir'in Derdi devam edecek. 

2007 - 2009 arasında yazdığım öyküler bir kitapta toplandı. İsmi Gölge Falı. İrili ufaklı toplam 32 öykü yer alıyor. Kanguru Yayınları'ndan çıkan bu kitabım dağıtımını halletmeye çalışıyoruz. İzmir'de Kedi Kitabevi'nde ve Kanguru Sanat Merkezi'nde bulunuyor şu anda ancak, önümüzdeki günlerde internet üzerinden de  erişilebilecek. 

Ben şimdilik Cumartesi günkü tanıtım toplantısı ve imza günü ile heyecan haddimi aşmakla meşgulüm. İzmir tanıtmının arkasından Tüyap, İstanbul Kitap Fuaı'nda Kanguru Yayınevi'ne ayrılan bölümde, Her iki hafta sonunda (ssaatleri daha sonra duyurulacak) kitaplarımı izalayacağım. 

Cumartesi günü tanıtıma katılan arkadaşlara minik birer de sürprizim olacak. Umarım hepimiz için eğlenceli kısa bir süreyi beraber geçirebiliriz.  




Arka Kapak Yazısı:

"..Sevdiklerimin yüzlerine düşen gölgelerin yarattığı değişik lekelere bakıp, anlamlarını okuyorum gizlice. Neler olacağına dair bir his kaplıyor içimi. Gördüklerimi kimselere anlatmıyorum. Bir ben biliyorum..."

"Saklanan bir çocuk, yıllarca gizlenmiş bir melek, kaybedenlere adres soran bir kayıp, hatırlarını ütüleyen bir ev hanımı, şiirlerini unutmuş bir şair, tüm suretlerini yok etmiş bir kadın, yüzlerdeki gölgeleri okuyan bir adam, falında çıkan kadını bekleyen bir talihsiz, bir rüya koleksiyoncusu, kuyruklu yıldız bekleyen bir genç, içinden tren sesleri geçen bir korkak, adresini şaşırmış bir mektup, evlerinde gönüllü hapis insanlar, dikenli teller, menekşeler, ağaçlara tırmanan hayaletler, unutulmuş çocuklar, karamel kokan bir ada... Bunların öykülerini sahici bir idlle, eskimiş fotoğrafları anımsar gibi anlatıyor Deniz Moralıgil" Aydın Şimşek

3 Kasım 2012 Cumartesi

Silahlı Adam

Aslında "silahlı adam"ın bir yere gittiği yok, şuracıkta duruyor. Haziran 2011'den beri de yukarıda duruyordu. O tarihe kadar üç, beş vakitte bir tepeliği değiştirirdim. Üşengeçliğim uzun sürdü, adam bir buçuk yıl postu serdi tepeye. Tehdit eder halleri de cabası. Hümanist takılıp silaha sarılmış bir blogger imajı da çelişkilerden çelişki derlemek gibi bir duruma düşürse de beni, ses etmedim. Şimdikinden çok memnun değilim, ama elim erdiğinde hallederim. Hoşuma giden bir resim bulup didiklemem lazım bir miktar. Blog işte.. görsel malzemeye el atmadan olmuyor. 

Yazma hallerimde de bir seyrelme oldu şu aralar. Ama online olmadan bazı şeyler yazıyordum. Ondandı. Haziran ayında aklıma gelen defterime not ettiğim bir fikri geliştiriyordum. Çala kalem yazıp, koydum kenara. 

Yazı tuhaf bir şey yazdığın an güzel geliyor da, aylar sonra baktığında iiçindeki fazlalıkları da noksan yönlerini de şıp diye görebiliyorsun. 

Durum böyle yani.