Ağustos’un yarısı bunaltıcı öbür yarısı ilk yarısı denli olmadığı için bunaltmayıcı geçti. Kısacık Ağustos’a minik bir tatil, uzun bir aylaklık dönemi girdi. Konsantrasyonum bozuldu, bloga yazmayasım geldi.Yazmamamda tatilin de, sıcakların da etkisi oldu elbette. Hem yaz, yaz nereye kadar değil mi? Yok sonu elbette.
Fatoş’un kültür postası “bir şeyler eksik” denemesi tatile başlarken güzel bir gülücük yerleştirdi yüzüme, tatlı nağmeler yerleştirdi empiüç player’ıma. Türkçe hakikaten off oldu bende, o ayrı. Haydi diyelim harfleri İngilizceden spell ediyorsun da rakamı neden İngilizce söyleyemiyorsun değil mi?
Bülent Somay'ın "Bir Şeyler Eksik" kitabı keyifle okuduğum kitaplardan biri oldu. Okurken bazen aklıma bir düşünce bazen yüzüme bir gülümseme düştü. Evet kesinlikle enerji veren, düşündüren bir kitap. Yazarın kendi ifadesine göre "arada sırada tezlere de rastlanılabilecek, aforizmalar şeklinde kurulmuş bir denemeler kitabı"
Sonra tatil olunca hafif bir şeyler de olmalı diye olabildiğince ağır Jean Cristophe Grange’ımı almışım, başlamışım bitmek bilmiyor. Zaten “Şeytan yemini” ilk çıktığından beri başlamakta zorlandığım bir kitap olmuştu neden inat ettim bilmiyorum. Tamam hoş bir entrika var, cevvalce planlanmış cinayetler okuyucusunu her zaman olduğu gibi okuyucusunu kusma raddelerine getiriyor. Kusturmuyor mamafih. İlk yüzelli sayfayı sıkılmadan, savsaklamadan devirebildiğiniz takdirde gavurun tabiriyle bir “sayfa çevirten” oluyor ki sıkıysa çevirmeyin. Şu merak 514 sayfayı haldır haldır çevirtiyor ki finale gelince “bu muydu yani?” diye kendi kendine sormakla bile kendi kendinize sinir olmaktan kurtulamıyorsunuz. Efendim kitap sarmıyorsa okumamak en iyisi. Tabi huylu huyundan vazgeçmez sırada okunacak bir de "Koloni" var.
Müzik piyasası hayli şenlendi, bizimkiler singıl üstüne singıl çıkartmaya başladı yine. Birkaç albüm de var ki, sanki mecburmuşum gibi dinledim.
Mustafa Ceceli; Bu adam son yılların en mükemmel çıkışını yaptı. Sezen Aksu’nun eli değdi bir kere, “Unutamam” şarkısı ile yılların ENBE’sinin ilk albümünü sattırdı. Yıllardır müzik piyasasında olan ve bir çok sanatçının albümünde beste, aranje ve vokali ile bazen “H.Mustafa Ceceli” Bazen de “Hacı Mustafa Ceceli” ismi ile dinleyici aşinalığı sağlamış olan Mustafa bu çıkışı ile birlikte ilk ismi “Hacı”yı bir kenara kaldırdı attı. Şimdi albüm hazırlığındayken “Limon Çiçekleri” isimli şarkısının beş versiyonu ile nabız yoklaması yapmış. Aranjmanlar güzel, şarkı fena değil. Ama bir olmamışlık hissi bırakıyor. Şarkının A kısmı ile B kısmı arasındaki uyumsuzluk bir türlü havaya sokamıyor dinleyicisini. Şimdi hüzünlenecek miyiz, oynayacak mıyız? Umarım albümdeki şarkılar iyidir de bu müzik adamı kalıcı olur.
Demet Sağıroğlu, Türk Pop Müziğinin iyi seslerinden birisi ama talihi bir kere tersine döndü. Birilerinin ayağına basmış olmalı ki şöhret basamaklarından yukarıya doğru çıkamadı. OSSİ’den albümünü çıkaracağını duyunca, “Yazık” demiştim. OSSİ eski müzikleri sahiplenmiş bir Müzik Şirketi, son derece kalitesi ve özensiz albüm kapakları ile dikkatinizi mutlaka çekmiş olmalı. Öte yandan yeni şarkılar ile albüm yapmaya kalkıştığında ise hatalı şarkı seçimleri yüzünden kesinlikle asla bütünlüğü olamayan albümler ortaya çıkarıyorlar. Ayten Alpman bile seneler sonra bu şirketten albüm çıkartmasına rağmen son derece alakasız şarkı seçimleri yüzünden ilgi çekmeyi başaramamıştı. Müzik parasal bir denklem değil kağıt üzerinde durduğu gibi durmuyor. Müzik kulağı olan, müzikten cidden anlayan prodüktörler gerekiyor. OSSİ bunu başaramadı. Demet cefakar bir popçu son derece temiz bir iş çıkarmış ama "Silkelen" isimli bu singıl istediğniz kadar silkeleyin tutmaz. Üzgünüm. Tutsun isterdim. Şarkılar kalıcı değil. Umarım sonbaharda çıkacak albümünde farklı heyecanlar, müzikal maceralar gizleniyor olsun.
Bedük’te şöhrete kavuşmak için ismi ile oynamışlardan. İlk albümünde Serhat Bedük ismi ile ve Sİbelalaş'ın "Adam" şarkısının coverı ile karşımıza çıkmış ama hafızalarda yer etmemişti. Daha sonra ana dilinden başka dilde yaptığı iki albümü ile elektronik/dans sularında yüzüp başarılı olmuştu. "Gel aşka" isimli arka plandaki blues soslu sesleri ile hoş bir sound yakaladığı şarkısının her versiyonu gayet iyi.
Tanju Eren'in 2006 yılında çıkardığı ancak benim alıp da bir kenara attığım ve dinlemediğim albümü "40" çok nefis bir alternatif albüm olmuş. Aylin Aslım, Teoman gibi seslerden de destel alınan çalışma cidden çok iyi günlerdir dinlemeden duramıyorum. Öyle alınan kitaplar okunacak, alınan cd ler ise dinlenecekmiş meğer.
Demir Demirkan'ın sahne kayıtlarından oluşmuş "Gerçek" albümü cidden iyi, vokalindeki Sertab etkisinden eser yok. Bilinen şarkıları sıkı biçimde sunmuş u sefer. Albümün tek kötü yanı "Every Way That I Can". Afedersiniz ama ne demek "I'll cry, I'll die.. Make you mine again...."? Hanimiş bunun "to"su. Kurtulun şu şarkının freninden bence o kadar Hindistan'a gittiniz, hayran kaldınız, öz benliğinizde seyrüsefere çıktınız, bu mudur varılan son nokta? Uzun lafın kısası albüm iyi son şarkıyı yeterince dinledik bir versiyon oksan olsa kaç yazar.
Bahar biterken neredeyse bir oturuşta iki sezonu izleyerek zaman, mekan, karmaşasına düştüğüm dizi; Mad Men'in üçüncü sezonu başladı nihayet. Öyle haşırt diye bir şeylerin olduğu bir dizi değil, fonda 60'lı yılların önemli olayları geçerken bir reklam şirketindeki ufak hesapları ve o hesapları yapanların hayatlarının resmi geçidini izliyoruz o kadar.
"International" filmi içine ilk başta kolay girilemeyen bir film olmakla birlikte Naomi Watts ile Clive Owen'ın ölçülü, sakin oyunları ve zekice örülmüş senaryosu ile izlemesi keyif verenbir film oldu son zamanlarda. Öte yanda "G.I. Joe; Rise Of Scorpion", "The Women", "Watchmen" ise izlemekten hoşnut kalmadığım filmler oldu.
Ağustos'u da böyle yolcu ettik.
Lütfen çiçekleri koparmayınız, yerlere tükürmeyiniz, çimenleri çiğnemeyiniz.