Yıllar
önce A.R.O.G.'u izleme gafletinde bulunduğumda bir daha Cem Yılmaz filmi
izlememeye karar vermiştim. Zira o filmin önemli bölümü ilk çağlarda bir zaman
diliminde geçiyordu ve en azından yarım düzine ilk çağ filminden aşırı derecede
"esinlenmiş" olduğu barizdi. Üstelik bir komedi filmi olmasına rağmen
hedef kitlesinin yaş ortalaması on bir civarında olmalıydı ki koskoca sinema
salonunda çocuklardan başka kahkaha atan yoktu. Bu tarz filmleri algı düzeyi
düşükler için hazırlanmış filmler kategorisine koyup bir daha izlememeye karar
vermiştim.
Yakşalık
iki haftadır TV ekranlarında "Pek yakında" filminin tanıtım
bomardımanına maruz kalınca yeminimi bozdum ve gidip izledim. Şimdi de bu filmi
neden sevmediğimi kelimelere dökmeye hazırlanıyorum.
Öncelikle
Bay Yılmaz'ın bir senaryo yazarı olarak öykü anlatma tekniğinde A.R.O.G.
sonrasında önemli bir değişiklik gözlemlemediğimi belirtmeliyim. Bu filmin hiç
bir politik doğruluğu ve içinde boy göstermekte olan karakterlerinde tutarlılığı
bulunmuyor. Bay Yılmaz'ın ne şiş yansın ne kebap taktiği ile herkese bir gıdım
mavi boncuk gösterme hevesi filmde önemli yaralar açıyor. Örneğin sinema
filmlerinde ürün yerleştirme üzerine yapılan iki şaka da hayli gereksiz olduğu
gibi, üç tane seyircinin gözüne gözüne sokulan ürün yerleştirme sahnesi (bilinen
bir gazlı içecek markası), bir komedi filmi için en önemli unsurlardan biri
olan zamandan çok önemli bir parçayı çalıp götürüyor. Filmin akışı o uzun
sahnelerde duruyor. Bu seyircinin yüzüne "Ben akıllıyım, sizler salaksınız!
Ömrünüzün sonuna kadar bu meşrubatı tüketin bakalım!" diye bağırmaktan öte
bir şey değil. Böyle tatlı su
kurnazlıklarını film diye izlemektense reklam filmi izlemek daha doğru bir
seçim olur, zira bir reklam filminin belli bir ürünün satışını arttırma yönünde
hedefi bulunmaktadır, oysa bir sinema filminin amacı bir öyküyü iç tutarlılıkla
anlatmak olmalıdır. Bence bu filmin afişine büyük harfler ile bu filmin on
dakikası "falanca gazoz markası"nın tanıtımına ayrılmıştır diye
yazılmalıdır ki seyirci bilsin ve izlememe hakkını kullansın.
İkinci
olarak, filmin merkezinde yer alan çatışma son derece zayıf. Neymiş efendim
esas kız kocasının korsan DVD satıyor olması nedeni ile artık onu istemiyormuş.
Yok ya! Bunca yıldır aklınız neredeydi hanımefendi? İlk duyuşta enteresan bir
fikirmiş gibi geliyor olabilir kimilerine ancak bütün bir filmi bunun üzerinde
döndüremeyeceğini Bay Yılmaz da anlamış olmalı ki filmin son yarım saatine kel alaka bambaşka bir
çatışmayı da ekleştirivermiş. Kaldı ki bu yeni çatışma da filmin bütünü içinde
sırıtakalan bir eklemlemeden ileri gitmiyor.
Üçüncü
olarak Cem Yılmaz'ın birden fazla sayıda karakteri canlandırarak yönetmen
olmasının yanında çok da iyi bir oyuncu olduğunu ispat etme kaygısı filmin en
değerli yerinden, yani zamanından hayli kocaman bir miktarı tırtıklıyor.
Ekranda en fazla gözükme kaygısı o raddeye gelmiş ki filmin baş kadın
oyuncusunun gözüktüğü hemen hemen her sahnede Cem Yılmaz da onun karşısında rol
yaparmış gibi poz verme telaşında.
Dördüncü
olarak öykünün içindeki önemli iki karakter: film yönetmeni ve onun erkek
arkadaşı iki kırıtkan, aptal, erkek eşcinsel olarak çizilmiş. Bu karakterlerin
yaptığı ve bu karakterler ile ilgili yapılan her bir espri daha önce milyonlarca
kez yapılmış gay esprilerinden başka bir şey değil. Cem Yılmaz'ın homofobik
halleri filmin bir çok sahnesine sirayet etmiş vaziyette ve bu iki tipi
aşağılamak için yapılmış hiç bir espri zarif olmadığı gibi imalatlarının da üç haneli
IQ seviyelerinden gerektirmediği ortada.
Beş...
Filmde çok sayıda misafir oyuncu boy gösteriyor, bunların gözüktüğü sahnelerin
öyküye katkısı olmadığı gibi okudukları laflar güldürücü nitelikte değil.
Misafirlerin filmde hiçbir fonksiyonu yok, "çok isim eşittir çok seyirci"
gişe denklemine bek bağlandığı bariz.
Altı...
filmin ilk yarısında bir öykü varmış gibi olsa da ikinci yarısındaki öykü
noksanlığı katlanılır gibi değil. Bu bölüm az para ile ve eşcinsel bir sinema
yönetmeni ve onun çılgın erkek sevgilisi ile film çekmenin zorlukları üzerine yapılmış
lüzumsuz skeçlerden ibaret.
İyi,
sağlam, kendi içinde tutarlılığı olan bir filmi üretmek için gereken bir kaç
etmen vardır; bunlardan en önemlisi iyi bir senaryoya sahip olmaktır. İyi
senaryonun kuralı ise çok açıktır: tutarlılık. Bunu elde edinceye kadar bıkıp
usanmadan tekrar tekrar, yeniden yazmak gerekir. Bu filmin darmadağın ikinci
yarısını izleyen aklı başında bir sinema izleyicisi filmin bir senaryosu
olduğundan bile kuşku duyabilir.
Film
boyunca salondaki kalabalıktan iki kez gülme sesi çıkması (kahkaha değil) Cem
Yılmaz'ın komedi filmlerine dair formüllerini gözden geçirme vaktinin geldiğini
gösteren en önemli işaretti kanısındayım.
Filmin
güzel yanları var elbette bunlardan en önemlisi Tülin Özen'in oyunculuğu diğeri
de Zafer Algöz'ün yarattığı tipleme. Ayrıca filmin görüntü yönetmeni Gökhan
Atılmış'ın çalışması çok başarılı.
Son
olarak kaybedecek vaktiniz varsa bu filmi izleyin derim. Yoksa... Boşverin.
Senaryo: Cem Yılmaz
Yönetmen: Cem Yılmaz
Oyuncular:
Cem Yılmaz,
Tülin Özen,
Zafer Algöz,
Özkan
Uğurlu,
Ayşen Gruda,
Cengiz Bozkurt,
Ülkü Duru,
Ozan Güven,
Zerrin Tekindor
Müzik:
Mazhar Alanson
Gerçekten çok güzel açıklamışsın. Cem Yılmaz hakkında benimde düşüncelerim böyle. Sadece Hokkabaz filmini sevmiştim diğerlerine nazaran. ek yakında içinde aynı şeyi düşünmüştüm ama açıkçası sinemaya gidip izleyecek kadar meraklanmamıştım. nasıl olsa yakında tv ekranlarında sürekli dönecektir diye bekliyordum ama sanırım buda boş :)
YanıtlaSilHokkabaz daha samimiydi. Bu sefer TV reklamlarının gazına geldim bir daha TV den fragman görüp C.Y. filmi izlemek yok sözüm söz artık :)
YanıtlaSilBenim yorumum yazı ya da film ile ilgili değil de seninle ilgili olacak Vladimir. Blogunu bunca zamandır canlı tutabildiğin için seni tebrik ediyorum, gerçekten büyük bir özveri ve çaba gerektiriyor. :) Ve bu arada, merhaba!
YanıtlaSilSelam ! :)
SilÇok teşekkürler. Ara ara ben de umutsuzluğa kapılıyor ve bırakıp gidiyorum ama sonradan dönüp eski yazdıklarıma ve yorumlara bakmak çok hoş oluyor. Yıllar içinde oluşan değişimi izlemek de güzel. Sen de arada gidiyorsun ama bırakmıyorsun. Bu güzel bir şey.
Film konusundaki yorumlarına katılıyorum, ama komedi anlamında beni tatmin ettiğini de ekleyeyim:) bu arada Blog Ödülü kabul ediyor musun bilmiyorum ama ödülün var, etmiyorsan da blogunu severek okuduğumu söylemiş olayım:)
YanıtlaSil