1 Temmuz 2014 Salı

Oku ve At, Yani Fast Food Edebiyatı

Bu diyarlarda hıyar ağaları ve onların şürekâsınca yüksek edebiyat adı yakıştırılan ama tarifinde tutarlılık yakalanamayana "özenile ve özlene" dursun, uzak diyarlarda kolay tüketilir edebiyat iki aydır bedava. 

Chipotle ABD'de 1993 yılında ilk lokantasını açmış, 1995'ten itibaren şube açarak büyümeye devam eden müşterilerine Meksika mutfağından lezzetleri dürüm ve taco içinde servis eden bir fast food zincirinin adı. Jonathan Safran Foer bu lokantanın şubelerinden birinde siparişini yanında okuyacak bir şeylerin olmadığı bir anda beklerken çok sıkılır ve aklına müthiş bir fikir gelir. Chipotle yöneticileri ile konuşur ve müşterilerine beklerken okumalık sunabileceklerini ve isterlerse kendilerine bu konuda yardımcı olabileceğini söyler. Yönetimin ikna edilmesi zor olmaz, Foer'ın editörlüğü ve koordinasyonunda aralarında; Toni Morrison, J. S. Foer, Michale Lewis, Sarah Silverman, Judd Apatow gibi isimlerin bulunduğu on tanınmış yazarla işe başlanır. Hiç bir yerde yayınlanmamış minik öyküler, anlatılar, makaleler seçilir ve lokantanın kağıt bardaklarının ve poşetlerinin üzerinde geçtiğimiz mayısın ilk günlerinde  yayımlanır. 




İki Dakika Süren Bir Dakika
Yazan: Michael Lewis
Çeviren: D.M.

Boşa vakit harcamamak için o kadar fazla zaman harcıyorum ki. Mesela, markete gitmeden evvel, dakikalar boyunca liste yapıp da mı gitmeli yoksa doğrudan reyonlara dalıp çıkarak, önüme ne gelirse sepete indirip çıkmalı mıyım diye düşünüp duruyorum. Havaalanlarındaki güvenlik noktalarında bana onlarca yıl gibi gelen dakikalarımı, sıradan daha hızlı biçimde nasıl kurtulacağımı düşünmekle harcıyorum: bomba dedektörlerinden kemer ve ayakkabılarımın bulunduğu plastik kutuyu, el çantamdan önce mi geçirmeliyim, yoksa sonra mı? Telefonumdan elektronik posta yollamak dururken, yeşil ışığın yanmasını oturup sabırla mı beklemeliyim? Zamanımı iyi değerlendirmek yerine, onu nasıl daha verimli kullanabileceğim üzerine endişelenmeye harcıyorum. Daha mantıklı olabildiğim anlarda dördüncü boyuta sanki acımasızca yönetilmesi gereken bir şeymiş gibi değil de, özünde doğası hayat deneyimimi zenginleştirmek olan bir şeye dönüştürülebilirmiş gibi yaklaşıyorum. Zamanı - ya da en azından zaman algımı -  yavaşlatmak için numaralarım bile var.  Bazı akşamlar, o gün olan biteni yazıyorum. Mesela bu sabah;
Walker (beş yaşındaki oğlum) soruyor; "çocukken senin kedin var mıydı?"
"Evet" diyorum "Çok sevdiğim Ding How adında bir siyam kedim vardı, ama bir araba ezdi onu."
Walker: "Arabanın ezdiği iyi olmuş."
Ben: "Nedenmiş?"
Walker:  "Böylece adı Ding How olmayan yeni bir kedi alabilirmişsin."


Gündelik detayları yazıya dökmek sanki günlerime bir kaç saat daha ilave edermiş gibi geliyor bana: ama neden öyle geliyor bilmiyorum.  Bir diğer numaram da, sıradan bir şeye odaklanmak ve -  bir dürümün narin jeolojik katmanlarına örneğin - neler gördüğümü tarif etmeye çalışmak.  Bir diğeri de, normalde hiç kafa yormaksızın, bir çırpıda yapacağım bir işi seçerim ve - kağıttan bir bardağın üzerine kelimeler yazmak diyelim - onu elimden geldiğince ağır yaparım. Hayatımı ağır çekimde yaşamaya başlayınca normal seyrinde kaçırdığım bir sürü şey dikkatimi çekiyor. Dikkatimden kaçan tek şey zamanın akışı.    



Meraklısına Linkler:

1 yorum:

  1. Saçlarımı kuruturken deterjan kutusunda yazanları okurdum. Bi yerde beklerken pano, broşür ne bulursam okurum hala. Çok akıllıca olmuş, boş duramayanlar için..=)

    YanıtlaSil

Yorumlar