Bu diyarlarda hıyar ağaları ve onların şürekâsınca yüksek edebiyat adı yakıştırılan ama tarifinde
tutarlılık yakalanamayana "özenile ve özlene" dursun, uzak diyarlarda
kolay tüketilir edebiyat iki aydır bedava.
Chipotle
ABD'de 1993 yılında ilk lokantasını açmış, 1995'ten itibaren şube açarak büyümeye
devam eden müşterilerine Meksika mutfağından lezzetleri dürüm ve taco içinde
servis eden bir fast food zincirinin adı. Jonathan Safran Foer bu lokantanın şubelerinden
birinde siparişini yanında okuyacak bir şeylerin olmadığı bir anda beklerken çok
sıkılır ve aklına müthiş bir fikir gelir. Chipotle yöneticileri ile konuşur ve
müşterilerine beklerken okumalık sunabileceklerini ve isterlerse kendilerine bu
konuda yardımcı olabileceğini söyler. Yönetimin ikna edilmesi zor olmaz, Foer'ın
editörlüğü ve koordinasyonunda aralarında; Toni Morrison, J. S. Foer, Michale
Lewis, Sarah Silverman, Judd Apatow gibi isimlerin bulunduğu on tanınmış yazarla
işe başlanır. Hiç bir yerde yayınlanmamış minik öyküler, anlatılar, makaleler
seçilir ve lokantanın kağıt bardaklarının ve poşetlerinin üzerinde geçtiğimiz
mayısın ilk günlerinde yayımlanır.
İki Dakika Süren Bir Dakika
Yazan: Michael Lewis
Çeviren: D.M.
Boşa vakit harcamamak için o kadar fazla zaman harcıyorum ki.
Mesela, markete gitmeden evvel, dakikalar boyunca liste yapıp da mı gitmeli
yoksa doğrudan reyonlara dalıp çıkarak, önüme ne gelirse sepete indirip çıkmalı
mıyım diye düşünüp duruyorum. Havaalanlarındaki güvenlik noktalarında bana
onlarca yıl gibi gelen dakikalarımı, sıradan daha hızlı biçimde nasıl kurtulacağımı
düşünmekle harcıyorum: bomba dedektörlerinden kemer ve ayakkabılarımın bulunduğu
plastik kutuyu, el çantamdan önce mi geçirmeliyim, yoksa sonra mı? Telefonumdan
elektronik posta yollamak dururken, yeşil ışığın yanmasını oturup sabırla mı beklemeliyim?
Zamanımı iyi değerlendirmek yerine, onu nasıl daha verimli kullanabileceğim üzerine
endişelenmeye harcıyorum. Daha mantıklı olabildiğim anlarda dördüncü boyuta
sanki acımasızca yönetilmesi gereken bir şeymiş gibi değil de, özünde doğası hayat
deneyimimi zenginleştirmek olan bir şeye dönüştürülebilirmiş gibi yaklaşıyorum.
Zamanı - ya da en azından zaman algımı -
yavaşlatmak için numaralarım bile var.
Bazı akşamlar, o gün olan biteni yazıyorum. Mesela bu sabah;
Walker (beş yaşındaki oğlum) soruyor; "çocukken senin
kedin var mıydı?"
"Evet" diyorum "Çok sevdiğim Ding How adında
bir siyam kedim vardı, ama bir araba ezdi onu."
Walker: "Arabanın ezdiği iyi olmuş."
Ben: "Nedenmiş?"
Walker: "Böylece
adı Ding How olmayan yeni bir kedi alabilirmişsin."
Gündelik detayları yazıya dökmek sanki günlerime bir kaç saat
daha ilave edermiş gibi geliyor bana: ama neden öyle geliyor bilmiyorum. Bir diğer numaram da, sıradan bir şeye
odaklanmak ve - bir dürümün narin
jeolojik katmanlarına örneğin - neler gördüğümü tarif etmeye çalışmak. Bir diğeri de, normalde hiç kafa yormaksızın,
bir çırpıda yapacağım bir işi seçerim ve - kağıttan bir bardağın üzerine
kelimeler yazmak diyelim - onu elimden geldiğince ağır yaparım. Hayatımı ağır çekimde
yaşamaya başlayınca normal seyrinde kaçırdığım bir sürü şey dikkatimi çekiyor. Dikkatimden
kaçan tek şey zamanın akışı.
Meraklısına Linkler: