19 Ağustos 2014 Salı

Doktor Sallaso'nun Hayalleri

Konyakçı'nın can yoldaşı Doktor Sallaso'yu bilirsiniz, hani Tommiks'in yanında gezen gafları bol eküriyi... Doktor da, arkadaşları da, hayalleri de eskidi malesef. Benden söylemesi.

15 Ağustos 2014 Cuma

Nehrin Yukarısı

TDK Büyük Sözlük'te kontrol kelimesinin anlamlarından biri şu şekilde izah ediliyor:  "Bir şeyin gerçeğe ve aslına uygunluğuna bakma"

Kontrolü elden bırakan kimselerin hata yapma olasılıkları hayli yüksektir. Kontrol etme alışkanlığı olmayanların ise, ülkemizde, rezil olma itimalleri dahi yoktur; zira bunlar kendi pozisyonlarını bir şekilde garantiye almışlardır. 

Gelelim nehrin yukarısına... 

O da şöyle:  


14 Ağustos 2014 Perşembe

Sözcükler

Dikkat edin sözcüklere,
en şahanelerine bile.
Bilin ki çok ter dökülmüştür bu ihtişam için.
Sözcükler, böcek misali toplaşırlar bazen
iğne değildir ama, busedir bıraktıkları.
Bazısı; hünerli parmaklar gibidir,  
kayalar gibi güvenilir,
zor kalkılır oturunca üzerlerinden.
Papatya sanırsın, bir de bakmışsın yaradır onlar.

Yine de aşığım sözcüklere.
Onlar; tavandan çıkıveren güvercinler,
kucağımda duran altı kutsal portakal.
yazın kıyısındaki ağaçlar. 

Yine de pek sık kırsalar da ümidimi
O kadar fazla ki söyleyeceklerim,
bir alay öykü, imge ve deyim.
Kafi gelmiyor ama sözcükler, bunları anlatmama
Gelip en kötüleri, öpüveriyorlar beni,
Kartal gibi süzülsem de bazen,
çalıkuşu kanatları üzerimdekiler

Fakat ne eksiliyor gayretim,
ne de sözcüklere nezaketim.
Zira sözcükler de yumurtalar kadar özen isterler,
kırıldılar mı bir defa
iflah olmaları imkânsızdır bir daha.
(İngilizce'den çeviren: D.M.)



13 Ağustos 2014 Çarşamba

Anne Sexton

(1928-1974) ABD'li şair ve yazar. Massachusetts, Newton'da doğdu. Kısa bir süre modellik yaptıktan sonra Alfred Muller Sexton ile evlendi. İlk manik atağını 1954'te yaşadı. Yıllarca psikolojik sorunları ile mücadele etti. 1955 yılındaki ikinci atağından sonra doktoru Martin Orne'nin önerisi üzerine bir şiir atölyesine katıldı ve yazmaya başladı. Şiirleri önemli dergilerde yer buldu ve 1967 yılında "Yaşa ya da Öl" isimli kitabı ile şiir dalında Pulitzer Ödülü'ne layık görüldü. Şiirlerinde depresyon ile uzun yıllar süren mücadelesini, intihar eğilimini, özel hayatına dair mahrem detayları, kocası ve çocukları ile ilişkilerini anlattı. Döneminin şiirinde pek rastlanmayan; mastürbasyın, ensest, zina, uyuşturucu bağımlılığı gibi konuları işledi,  "Tanrı'ya Doğru Korkunç Bir Kürek Çekiş" isimli kitabının ilk taslağını; iki günü korkunç bir umutsuzluk, üç günü akıl hastanesinde olmak üzere toplam yirmi günde tamamladığını ve bu kitabın ölümünden önce basılmasına izin vermeyeceğini ifade etti.  4 Ekim 1974 tarihinde bir bardak votka ile kendisini garaja kapattı, arabasının kontağını çalıştırarak beklemeye başladı  Karbon monoksit zehirlenmesin sonucunda hayatını kaybetti. Söz konusu kitap 1974 yılında yayımlandı. 


Anne Sexton

12 Ağustos 2014 Salı

Robin Williams'ın Son Kararı

Komedyen yönü ile seyircinin sevgisini kazandı Robin Williams. Doğaçlama tiplemeleri, ses taklitleri ile adım attığı her ortamı neşelendirirdi. O yüzden ciddi ciddi rol yaptığı filmlerden ziyade; haşarı, ele avuca sığmaz karakterlere can verdiği komedi filmleri daha bir aklımızda yer etti. Oysa komedi dışındaki rolleri ile üç kez en iyi oyuncu dalında akademi ödüllerine aday gösterilmiş, bir kez de en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar'ını kazanmıştı (Good Will Hunting - 1998)



Mork ve Mindy'deli çılgın uzaylı ile tanıdım onu, dublajsız izlemeyi çok isterdim. Filmlerinden en çok Good Morning Vietnam, The Fisher King, Dead Poets Society ve Life According to Garp aklımda yer tuttu.


İntihar zor bir karar, yok olabilmek için çok cesur olmak lazım.

Bobby McFerrin'in şarkısı bin kez dinlediklerimizden, ama bu kez dinlemek değil, dkkatle izlemek için...



11 Ağustos 2014 Pazartesi

Mindscape

Bugün bir arkadaşım sosyal medyada yıkanmayan insanlar etrafa yaydığı kötü kokular ile ilgili bir paylaşımda bulunmuş. Bir çok düşünce çağrışımlardan doğuyor, birçoğu da ortaya saçıldığında gelip bir diğerinin koluna giriyor. 

Bu sıcakta nasıl yeniden terleyeceğiz, hem sularda tam istediğim kadar temiz değil zaten diyerek etrafa kötü kokular yaymak nasıl bir şeyse.... 

Zaten hiçbir kuralı doğru dürüst işlemeyen demokrasinin içinde istediğim kimseler aday gösterilmedi ki diyerek oy kullanmayı reddetmek son derece birbirine benzer iki düşünme şekli bence...

İzlediğimiz filmler dolunaylı gecelerde rüyaları etkiliyor olabilir mi?

Rüyamda su altındaki bir fanusun içinde gezinip manzarayı hayran hayran izliyorum. Yanımda kendim varım, sağ yanımda, bir adım geriden kendimi takip ediyorum. Fanus birden su akmaya başlıyor ve suyun seviyesi hızla yükseliyor. Nefes alamaz hale gelince beni takip eden "ben" telepati yoluyla konuşuyor benimle:
"Bu bir rüya, uyanmak için bağırman lazım. Ağzını açmadan çığlık atmayı dene. Hemen uyanacaksın."
Nasıl beceriyorsam sessiz bir çılık atıyorum. Bakıyorum. Yatağımdayım.  Perdeler rüzgarda dalgalanıyor. 

Yatmadan önce izlediğim "Anna" ismi ile de bilinen "Mindscape" filmi geliyor aklıma. Filmde insanlar birbirlerinin anıları içinde yolculuk edebiliyorlar.

Eh, artık fanus suyla dolduğuna göre, hayırlı olsun. Siz yine de çığlık atarken su yutmamaya bakın!   




9 Ağustos 2014 Cumartesi

Bunlar Konik Muhakemeler

An itibariyle durumun konik muhakemesi:
Yetmez ama aynen aşağıdaki gibi...

(Fotoğraf: Thomas Albdorf)

5 Ağustos 2014 Salı

Deneme Tadında Bir Film: "F for Fake"

"F for Fake" Orson Welles'in tamamlanmış son filmi. 1973 yapımı bu filmin benzeri yok, kolay kolay bir türe sokamazsınız, ne belgesel, ne belgeselimsi, ne de kurgu denilebilir. Bazı filmler vardır izlediğiniz vakit edebiyat tadı bırakır. Sinemanın edebiyata en yaklaştığı anları içinde barındırmaktadır bu yüzden "roman gibilik" yakıştırılır o filmlere. F for Fake roman gibi değil ancak usta bir deneme yazarının kitabından alacağınız zevki vaad eden bir film. Orson Welles bu filmde sahte olanı, taklit olanı, başkalarını aldatmayı, profesyonel dolandırıcıları ve sahte ile ilişkilendirebilecek olayları görünürdeki altı öykü üzerinden izleyicisine sunuyor. Film sahtelikle ilgili olup, yönetmeni de Welles olunca en gözü açık, en kül yutmaz izleyicinin bile tongaya basmaması imkansız. 


Sinemayla kıyısından kenarından ilgilenen seyirci gün gelir ödül almış bir filmi izler ve yönetmenin daha önceki filmlerinin peşine düşer. Aynı yönetmenin filmlerini izledikçe hayal kırklığına benzer bir duyguyu tadar. Zira yönetmen aynıdır aynı olmasına da, o ödüllü filminden aldığı keyfi vermemiştir diğer filmleri. Eski filmleri yönetmenlerin geçtikleri yollardır; ustalıklarını o eski filmlerini yaparken kazanmışlardır ve kendilerine ait bir dil varsa eğer, o dili de eski filmlerini çevirirken, kendileri öğrenmişlerdir. Bunun bir tek istisnası Orson Welles'dir. 24 yaşındayken çektiği Citizen Kane ile yalnızca Amerikan film tarihinin değil dünyanın en iyi filmlerinden bir tanesine imzasını atmıştır. Gerçi o filmin başarısı ile yönetmen/sanatçı olarak özgürlüklerinin büyük bölümünü de kaybetmiştir. Başyapıtlarını sanat hayatının ilk yıllarında kotarmıştır kotrmasına da son filmi nedense en az bilinen ve üzerinde az konuşulmuş filmi olarak kalmıştır. 


Bir çok filmi hakkında bir bilginiz olmadan izlediğinde görüntü kalitesine bakarak hangi yıl çevrildiğini anlayabilirsiniz. F for Fake in ilk görüntüleri akmaya başladığında yılını kestirmeniz mümkün olamaz, sadece açılış sahnesindeki görüntülere bakarak iki binli yıllarda çevrilmiş bir film olduğuna yemin bile edebilirsiniz. Sadece görüntü olarak değil, kurgusu, konunu ele alınışı, izleyicisi ile iletişimini film boyunca koruması ile zamanının hayli ilerisinde bir eser bu.


Film bir tren istasyonunda başlıyor, Welles istasyondaki bir küçük çocuğa anahtarlar ile bozuk paraların yer değiştirdiği sihirbazlık oyunları yaparken izleyicisi ile konuşuyor ve birden ilk oyununu yapıyor seyircisine, aslında tren istasyonunda değiliz! Hemen ardından "yaklaşık bir saat boyunca sizlere yalan söylemeyeceğim" diye kartlarını açıyor masaya. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sahte tablo üreticisinin evine, doğru yola çıkıyoruz.


Elmyr de Hory gözümüzün önünde Matisse tabloları yapmaya başlıyor. Yaptıklarına reprodüksiyon denilemez çünkü ünlü ressamların tekniklerini özümsemiş ve onların yapabileceği tabloları çok kısa sürede üretiyor. Hâlâ müzelerde sergilenen onun ürettiği, ama altında ünlü isimlerin imzası olan tablolar mevcut. Tabloların orjinalliğini test eden uzmanların yararsızlığı ve nasıl kolay kandırılabildiklerini anlatıyor. Sahte üzerine konuşulurken birden "sanat nedir?", "sanat eseri nedir?" sorularına yanıt ararken buluyoruz kendimizi. Elmyr'i bırakıp onun da biyografisini yazmış olan bir başka sahtekâra dönüyor kamera: Clifford Irving. Yazdığı en meşhur - sahte - biyografiden söz ediyor, Howard Hughes'unkinden. Sırada Welles'ın kendi çevirdiği numaralar var. İlk işini alabilmek için nasıl bir numara çevirdiğini, o meşhur sahte radyo haberi ile insanları nasıl sokaklara döktüğünü anlatıyor. Sahnede görünenin o olup olmadığı bile belirsizken (müthiş bir ilüzyon) konuşmasının arasına yalnızca sinema tarihini iyi bildiğini zannedenlerin yakalayacağı önemli bir başka yalan söylüyor. (Hani bir saat boyunca yalan söylemeyecekti?) Belki de onlara göz kırpıp kaptırıp gitmeyin, bu film sahtekârlık üzerine diyor. Bütün bu belgesel görüntüleri, radyo kayıtları da mı sahte yoksa? Evet görüntüler bilinen görüntülere çok benziyor ancak film için hepsi oyuncular ile yeniden üretilmiş, radyo kayıtları yeniden seslendirilmiş. Dahası bazı görüntüler fransız yönetmen François Reichenbach 'ın tamamlayamadığı "Elmyr" isimli filmden alınmış.


Son yıllarda moda olmuş kurgu tekniklerinin hepsi bu filmde mevcut ama şimdilerdeki gibi göze batmıyor, gerektiği yerlerde kullanılmış.


Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan filmin en önemli kısmına geliyoruz. Picasso'nun nasıl dolandırıldığına. Yaşı ilerleyen Picasso, Tuscany'de inzivaya çekilmiştir. Bir macar güzeli komşu evi kiralar. Günün faklı saatlerinde ressamın kapısının önünden farklı kıyafetler içinde geçer güzel kadın. Günler, haftalar geçer. Artık kadının geçişini araladığı jaluzilerin ardından gizlice izilemenin tiryakisi olan Picasso ilham perisini bulmuştur. Tekrar resim yapmanın şehvetine kapılarak evinin kapılarını açar güzel kadına. Kadın poz verir, Usta eller çalışır. Yaptığı 22 yeni tabloyu kadına hediye eder. Tabloları alan kadın ertesi gün kayıplara karışır. Picasso bir daha haber alamaz ondan, ta ki bir ay sonra gazetenin birinde "Picasso'nun yeni sergisi" başlıklı haberi görene kadar. O sinirle New York'a uçar. Sanat galerisinin kapısına dayanır bir hışım. Buraya kadar anlatılan/gösterilen ne varsa bizi bir patlama anına hazırlamak için kurgulanmış bir manipülasyondan ibarettir. Picasso sanat galerisinden içeri adımını attığı anda seyircisinin ayakları altındaki bütün destekleri çekip alır Orson Welles. Umduğumuzdan tamamen farklı bir öykünün içine hazırlıksız düşürmek için oynadığı bir oyundur o ana kadar izlediğimiz Picasso ile kadının ilişkisi.


Filmi söylediği yalanlar için özür dileyerek bitirir yönetmen. Yazılar akarken eşlik eden görüntüler filmin anahtarı olacaktır artık.


Bir yönetmenin denemeleri de böyle olur işte. Kitapların altını çizdiğiniz gibi bu filmden bazı anlar da zihninize çizili kalır bir daha çıkmamak üzere.


F for Fake - 1973

Yönetmen: Orson Welles

Oyuncular: 
Orson Welles, 
Oja Kodar, 
Joseph Cotten, 
François Reichenbach, 
Peter Bogdanovich

Meraklısına Linkler:

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Geri Sayım

Ahlak anlayışımız ve özlemlerimizi üstüste koyup, nasıl bir insan topluluğu olduğumuzu ve kendimize nasıl bir geleceği layık gördüğümüzü ellerimizle tescil etmemize şunun şurasında altı, bilemedin yirmi üç gün kaldı...

(Karikatür: Cengiz Üstün)



3 Ağustos 2014 Pazar

Köprü Üstü Aşıkları

Boğaz Köprüsü ilk açıldığında yayaların geçişine müsade ediliyordu. Fırsatı gören cevval takımı boş durur mu? Köprü üzerinde çekilen ilk fotoromanımızdan kareler aşağıda. Esas oğlanı tanıyamadım ama esas kadının Müjde Ar olduğu aşikar.

Yemek biter bitmez ayrıldı ailesinden Füsun... 

Orhan'ın dönüşünü bekledi antrenman dönüşü...

Onu görür görmez...


Koşmağa başladı... 


Aralarındaki kısa mesafe, bitip tükenmek bilmiyordu sanki...


Devamı Var...



Sizi bilmem ama ben "Ğ" harfinde koptum....
 

2 Ağustos 2014 Cumartesi

İffet

Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük'te iki kelimeyi aratınca birinci ve ikinci anlamları aşağıdaki gibi çıkıyor:

İffet:
1. Cinsel konularda ahlak kurallarına bağlılık, sililik. 2. Namus.

Namus:
1. Bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet. 2. Dürüstlük, doğruluk:

Çalmak, çırpmak, başkasına ait malı yok pahasına satarken cebe komisyon indirmek, sahte deliller üretip insanları hapse tıkmak, kimilerinin ölümüne sebep olmak nasıl bir iffet anlayışının göstergesi acaba? 

Ahlakı ahlaksızlar öğretmeye kalkıştığında dünya tersine çoktan dönmüş demektir.  




1 Ağustos 2014 Cuma

Tarzan ve Motor Meselesi

Ormana bir pırpır düşmüştür. Kazazedeleri mideye indirmeye hazırlanan iki arslanı gören Tarzan; ikisini de derhal, oracıkta ``HIRRRR! ve ``HARRR! sesleri eşliğinde nakavt eder. Geri kalan karelerde motor meselesi açıklığa kavuşacaktır. İyisi mi siz buradan buyurun:

Adam: Hayret! Kim bu cesur adam acaba?
Marlen: Siz Kimsiniz?
Tarzan: Ben Ormanlar Kralı Tarzan... Uçak mı bozuldu?
Marlen: Motor aniden stop etti. Zoraki iniş yaptık.
Adam: Boşuna çene yorma Marlen. Ormanlar Kralı Arslanları alt eder ama, motordan falan anlamaz ki...

Tarzan: Aksine ben motordan gayet iyi anlarım. İzin verin bir bakayım...