İlk ne zaman başladım anımsamıyorum. Kağıda basılı fotoğrafların bu denli hızlı biçimde hayatımızdan çıkacağını da neden yaptığımı da bilmeksizin; uzun zamandan beri bit pazarı, sahaf, ikinci el eşya satan dükkanlar, eskicilerden fotoğraf topluyorum. Siyah, beyaz, renkli... sahibini kaybetmiş fotoğraflar. Topladıklarım özürlü fotoğraflardı. Kırışmış, yırtılmış, bir köşesinden kopmuş, ortasından makasla birilerinin çıkartıldığı; bir grup fotoğrafı tam çekilecekken içlerinden birinin herkesin baktığından tamamen farklı bir noktaya odaklandığı, tam çekilecekken bir kişinin düştüğü; fotoğrafı çeken kişinin gölgesinin çerçeveye girdiği, dahası çekilen kişinin üzerine bir uğursuzluk alameti gibi düştüğü arızalı fotoğraflardı bunlar.
Önceleri öylesine yoldum düşerken fotoğraf bulabileceğim yerlere, bir süre sonra gittiğim her yeni şehirde kendimi eskicilerde, eski kitapçılarda fotoğraf izi sürerken buldum. Biriktirdiklerimle başa çıkabilmek için arkalarına kurşunkalemle tarih ve hangi şehirden ve adı aklımda kaldıysa hangi dükkan isimlerini not eder oldu. Bunları ne için topladığımı sonunda fotoğraflar söyledi bana. İki bin yedi senesinde sayıları baş edebileceğimin üzerine çıkınca onları tasnif etmeye karar verdim. Mantık evlilikleri, okul günleri, can sıkıntısı, meraklı gözler, masa başı mesaileri, gölge falı ve geceden sabaha adlarını verdiğim gruplara ayırmaya başladım fotoğrafları. Her bir fotoğrafı arkalarına, artık kaybettikleri sahiplerinin ve kendi düştüğüm notlara bakarak ayırıyordum ki, elimde tuttuğum resmin aynısını mantık evlilikleri adını verdiğim kutuya az evvel attığımı fark ettim. Hemen iki resmi bir araya getirdim. Birisini 1995 yılında Ankara, diğerini 2002 yılında İstanbul'dan satın almışım. Birinde kadının, diğerinde erkeğin yüzünün makasla neredeyse mükemmele yakın bir daire şeklinde kesilip atıldığı iki fotoğrafı, evlilik öncesi stüdyoda çekilmişlerdi. Yüzleri çıkınca resimlerin içinde kalan boşluğa "İki mükemmel boşluk" dedim. Ne olmuştu bu çifte diye düşünmeye başladım. Aradığım onların öyküleri değildi, resmin içinden çıkartılmış yüzlerin bende bıraktığı duygusal izlenimin peşine düştüm. Böylece yazmaya başladım. Biriktirdiğim fotoğrafları tasnif ettiğim yerlerinden çıkarıp bakıyor ve bende uyandırdığı duygu üzerinden öyküler yazıyordum. İşte Gölge Falı'nı oluşturan öyküler böyle doğdular.
Gölge Falı gerçeküstü öğeler barındıran bazıları da başta büyülü gerçeklik gibi gösterip gerçekliklerini sonradan kanıtlayan öykülerden oluşuyordu. Öyküsünü anlattıklarım; somya altlarında gizlenen bir çocuk, bir odada inzivaya çekilmiş bir melek, kendi öykülerinde kaybolmuş bir yazar, bir günde yaşlanan bir genç kız, şiirlerini unutmuş bir şair, anılarını ütüleyen bir ev hanımı, tüm suretlerini yok etmiş bir kadın, yüzlerdeki gölgelerin anlamlarını okuyan bir adam, falında çıkan kadını bekleyen bir talihsiz aşık, çıktığı ağaçta saklambaç oynayan bir hayalet, bir rüya koleksiyoncusu, kuyruklu yıldızı bekleyen bir adam, içinden tren sesleri geçen bir korkak, adresini şaşırmış bir mektup, çiçek isimli kadınlar, unutulmuş çocuklar ve karamel kokan adadaydı.
Bilhassa siyah beyaz fotoğraflarda, stüdyolarda çekilmiş olanlarında bile güçlü detaylar gizli. Gölge Falı'ndan sonra onlarla olan yolculuğum tamamlanmadı. Kendimi tekrarlamak da istemiyordum. Fotoğraflardan kolajlar yaparak öykü karakterlerimi birbirine geçen fotoğraflardan yarattım, öykülerini başka fotoğraflardan aldığım parçalar ile yeniden yazdım. Kağıda düşmeleri biraz zaman aldı ama, artık zorlu ve uzun bir yolculuğun sonuna geldik. "İki Mükemmel Boşluk", çok kısa bir süre sonra başkaları ile tanışacak.