...derken Ekim de biter.
31 Ekim 2016 Pazartesi
30 Ekim 2016 Pazar
Sahip
Bu kitabın ilk sahibi nasıl biriydi acaba? Şu cümlenin altını neden çizdi? Madem çizdi, neden elden çıkardı?
29 Ekim 2016 Cumartesi
28 Ekim 2016 Cuma
27 Ekim 2016 Perşembe
Anonim Aktörler
James Franco Holywood'dan çıkmış nadir çok yönlü sanatçılarından. Rol aldığı yüz küsur filme sebebiyle genellikle sinema oyuncusu olarak tanınsa da, filmlerindeki şarkıları kendisinin seslendiriyor olması, yirmi beş film senaryosu yazmış oluşu, onlarca film ve dizi filme prodüktör oluşu, otuzdan fazla uzun ve kısa metrajlı film ve birkaç TV dizisi yönetmişliği onu çok yönlü sanatçı yapmaya yetiyor. Hatta William Faulkner'ın "Döşeğimde Ölürken", "Ses ve Öfke" romanları ile Cormac McCarthy'nin "Child of God" gibi zor romanının sinemaya uyarlamış. Dahası Cormac McCarthy'nin sinemaya uyarlanmasının imkansıza yakın durduğu konusunda fikir birliği oluşmuş "Blood Meridian..." adlı hazmedilmesi güç zor romanını sinemaya uyarlama konusundaki inadı yıllardan beri sürmekte. Bu çalışmalarına bakarak sanatçının edebiyata da takın durduğunu söylemek mümkün.
2010 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı "Palo Alto" olumlu tepkiler alınca öykülerin geçtiği dünyayı kendi yazıp yönettiği bir filmine aktarmış. 2013 yılında yazdığı ilk "Anonim Aktörler" adlı romanı nihayet Nora Yayınları tarafından Türkçe olarak yayımlandı.
Anonim Aktörler sanatçının çok iyi tanıdığı bir dünyayı anlatıyor. Şöhretlerin günlük yaşamları. Franco romanını kurgularken "anonim alkoliklerin el kitabını" örnek almış. Roman söz konusu kitaptakini andıran on iki adımdan oluşuyor. Kitap kurgusal bir karakter olan Sanatçı'nın gözünden ve farklı anlatım tarzlarıyla anlatılmakta. Bir çok şöhret ve James Franco kitapta yer alan yan karakterler. Yazarın Holywood dünyasına dair gözlemleri ve kendi düşünceleri gelişigüzel biçimde sayfalara dökülmekte. Gelişigüzel diyorum, zira kitap romandan ziyade öyküler geçidini andırıyor. Birbirinden bağımsız bölümler sayfalar boyunca akıyor ancak olay örgüsü anlamında bir roman bütünlüğü oluşmuyor. Kitabı yazarının karakterinden ayırmanın zorluğu da kitabın edebi değerini düşürmekte. "Bunları James Franco" anlatıyor düşüncesinden kitap boyunca kurtulmak mümkün değil. Ayrıca öyküler zaman zaman gerçek olaylarla da karışıyor. Biyografik kurmaca ve oto biyografik metinler demek belki yazarın kimliğini okurun gözünden bir nebze gizleyebilirdi.
Yine de şu var ki anlatım hayli akıcı, anlatılanlar ilgi çekici, dış yüzüne aşina olduğumuz bir dünyaya içeriden ve tanıklık etmiş bir ünlünün deneyimlerinden yazın yolu ile beslenmek ilginç bir deneyim.
Meraklısına Linkler:
26 Ekim 2016 Çarşamba
Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında
"Plaklardan Şimamoto sorumluydu. bir tanesini kabından çıkarır, plağın dış yüzeyine parmaklarını değdirmeden dikkatlice pikaba yerleştirir ve minik bir fırçayla kafalığın tozdan arındırıldığına emin olduktan sonra iğneyi plağın üzerine itinayla indirirdi. plak bittiğinde onu spreyler ve yumuşak bir bezle silerdi. Son olarak, plağı tekrar kabına yerleştirerek raftaki doğru yerine koyardı. bu prosedürü babası öğretmişti, o da bu direktifleri yüzünde müthiş ciddi bir ifadeyle, gözlerini kısıp nefesini tutarak uygulardı. Bu sırada ben kanepeye oturur, onun her hareketini izlerdim. Ancak plak güvenli bir şekilde raftaki yerini aldığında bana döner ve hafifçe tebessüm ederdi. ve her defasında şu düşünce beni sarsardı: elinde tuttuğu bir plak değil, cam fanusun içindeki kırılgan bir ruhtu."*
25 Ekim 2016 Salı
24 Ekim 2016 Pazartesi
23 Ekim 2016 Pazar
22 Ekim 2016 Cumartesi
20 Ekim 2016 Perşembe
Onlar Gittiler, Peki Sizler Var mısınız?
Bitmesin istiyoruz, güzel olan hiçbir şey sona ermesin istiyoruz. Ama olmuyor işte. Güzel olan şeyler elimizden kayıp gidiyor. Durdurmak için kaybetmemek için seyirci olmaktan fazlasını yapmıyoruz. Anılarımızda sadece soluk izleri kalıyor.
Sinemalar elimizden gidiyor mesela.
Daha öncekileri geçelim ama kendi kişisel tarihimizde izleri olan sinemaları anımsayalım haydi.
İzmir'in sinemalarını mesela.
Doğan, Mehtap, Samanyolu, Yeşilbahçe, İpek, Bahar, Zafer, Cihan, Hayal, Altınuç sinemaları. Bunlar gideli çok oldu...
Mafya hesaplaşmalarına mı kurban gittiler, yangınlarda mı yitirdik, yoksa zamana mı yenik düştüler?
Bizler mi unuttuk yoksa?
Siz daha iyi bilirsiniz.
AVM'lerin birbirine eş ruhsuzluğu içine kıstırıldı sinemalar.
Ya seyirciler? Onlar perdeden ziyade ellerindeki son model oyuncakların ekranına hapsoldular. Sanki etraflarındaki cendereden kaçarak o küçük dünyalara sığındılar.
Artık salonlarda bir gürültü, bir hay huy...
Film böyle mi izleniyordu sahi?
Sema gitti, Şan gitti,
Belleğimde isimleri bile kalmamış Hatay'daki sinema, Buca'daki, Eğitim Fakültesi önündeki sinema...
Bizlere Amarcord'u armağan etmiş Göztepe Sineması...
Adını her andığımda beni alıp "Big Blue"ya, masmavi suların içine atan Köşk Sineması..
Hangisi daha önce gitti anımsanması mümkün olamayacak denli peş peşe çıktılar hayatımızdan.
Konak, Karşıyaka, Deniz, Çamlıca..
Bıyık altından güldüğünüzü görür gibiyim çünkü sıradakiler: Ferah ve Büyük Sinema...
Eminim sizlere de oluyordur.
Televizyonda ilk kez sinemada izlediğim bir filme denk gelsem "bunu Karşıyaka Sineması'nda izlemiştim" diyorum, "bunu Şan'da".
En büyüğüne geldi sıra.
Çınar Sineması...
İlk gösterdikleri filmi anımsarım, film başlamadan önceki yüksek volümlü müziği, disko topunu ilk kez görenlerin düştükleri hayreti anımsarım.
Ya İzmir Sineması'na ne diyeceksiniz?
Peki o yazlık sinemalar?
Murathan Mungan'ın şiirinde;
"ya başka kentlere gitmiş insanlar
ya sokağa çıkmıyorlar"
dediği yaz sinemaları...
Hepsi birer birer kayıp gittiler elimizden.
Bir tek Karaca Sineması kaldı.
Ona sahip çıkmak için bir gün bir şeyler yapsak hep beraber.
Ne dersiniz?
Eski sinemalardan geriye kalanlara sahip çıkmaya var mısınız?
19 Ekim 2016 Çarşamba
Gilliamesk: Öbür Tarafa Götürmeye Kıyamadığım Anılar
Terry Gilliam'ı akla seza görsel dünyalar kurduğu, seyirci önüne ilk çıktığında gişede çuvallasa da sonradan fısıltı gazetesi yoluyla usulca hayran kitlesini genişleten, bir kez izlendiğinde defalarca izlenip kendisini didik didik ettiren ve adı yıllarca anılan filmlerin yönetmeni olarak anımsıyoruz çoğumuz. Ama tabi öncesi de var. Zaten Gilliam'ın dünyasına açılan kapıdan içeriye bir kez yuvarlandıysanız öncesini de sonrasını da gayet iyi biliyorsunuzdur.
Gilliamesk itiraflar galerisi de diyebileceğimiz bir otobiyografi kitabı. "Palavracı şövalyeler, hafifmeşrep prensesler, beceriksiz büyücüler, şişmanlayıp uçamayan ejderhalar… Masal diyarlarından kaçarken ayarı bozulmuş ne kadar şey varsa filmlerde görmek hoşuma gider. Filmler bana sinemanın büyülü bir şey olduğunu yeniden hatırlatır ve gerçek dünyadan kaçmamı sağlayan kanatlı atlara dönüşürler." diyor Terry Gilliam. Yaşadığı kıskançlıklar, hayranlıklar.film yaparken geçirdiği cinnetler, yapamadığı filmler, felakete dönüşmüş ve yarıda kalmış filmler... dostlukları, oyuncularla yaşadıkları, stüdyo sistemine duyduğu gıcıklık. Kısacası Gilliam'ın tuhaf dünyası olduğu gibi kitaba sızmış, satır aralarından taşarak grafiklere hapsedilmiş. Terry Gilliam kendisine dair her şeyi bu kitaba tam da kendine yakışır biçimde koymuş. Anılar, daha önce gün yüzü görmemiş grafikler, fotoğraflar, kolajlar Monty Python dönemini anımsatan biçimde bir araya gelmiş. Filmlerini ve yaşamını kitapta gözler önüne seriyor.
Brasil, Baron Munchausen's Adventures, Tideland, Time Bandits, The Fisher King, Dr. Parnassus, Monty Python and the Holy Grail, The Meaning of Life, Twelve Monkeys, Fear and Loathing in Las Vegas, The Zero Theorem, The Brothers Grimm filmlerinin arkasında neler olduğunu görmek; Robert De Niro, Brad Pitt, Uma Thurman, Johnny Depp, Heath Ledger, George Harrison, Robin Williams, Jeff Bridges gibi isimlerle çalışmanın nasıl bir şey olduğuna göz atmak; modern zamanların öne çıkmış isimleri ile anılarına göz atmak; 20. yüzyılın ve zamanımızın popüler kültürüne sanatçının gözünden tanıklık etmek için iyi bir fırsat. Uzun lafın kısası yıllarca, defalarca okunacak, resimlerine bakılacak, içinde gezintilere çıkılacak bir kitap. İflah olmaz sinema sevdalılarına kesinlikle tavsiye olunur.
Meraklısına Linkler
18 Ekim 2016 Salı
Biraz Ornella Muti, Biraz Leonor
Ornella Muti 70'lerde ülkemizde çok sevilen bir sanatçıydı, Hatta o kadar ki bir ara ülkemizdeki erkek sinema tutkunlarının dimağında Edwige Fenech'in yerini bile işgal edecek mertebelere gelmişti. İtalyan ve İspanyol kanı taşıyan oyuncu kısa sürede tanınarak uluslararası yapımlarda roller alır olmuştu. Hatta Türk yapımı filmlerin kadro planlama aşamasında adı sık geçse de bunların hepsi sonuçsuz kalan girişimler olarak kalmıştı.
Leonor sanatçının yıldızının parladığı film diyebiliriz. Filmin konusunu, çocukların kanını içerek gibi kötü bir alışkanlığına dur diyemediği için geceleri mezarından çıkarak kendine av arayan bir kadının öyküsü diye özetleyecek olursak, rahatlıkla "ne menem şey bu" diyebilirsiniz. Ancak böyle demeden önce bir kadroya bakın derim. İspanyol sinema dahisi Luis Buñuel'in mahdumu Juan Luis Buñuel'in yönetmenliğini yaptığı filmde Leonor rolünde Liv Ullman, Richard rolünde Michel Piccoli'yi görmekteyiz. Tanıdığımız yüzü henüz oturmamış olan gencecik bir Ornella Muti ise Catherine rolünde. Vampir filmlerinin azap haline döndüğü bir dönemde çekilmiş olmasından başka göze batan bir sıkıntısı yok filmin.
Yönetmen ile ilgili olarak "armut dibine düşer lafına" yakışır bir kariyer yolu izlemediğini söyleyebiliriz. Ancak Ornella Muti ile ilgili söylenecek çok şey var ise de yerimizin darlığını bahane etmenin zamanı geldi de geçiyor bile. .
Caoi...
17 Ekim 2016 Pazartesi
14 Ekim 2016 Cuma
Carpe Librum
Raflardan rastgele seçtiği bir kitabın sayfalarında pür dikkat ve sanki ilk kez okuyormuş gibi kaybolmuşken, sayfaların arasından kurtularak yere düşen bir kağıt parçası dikkatini böldü. O anda dakikalardır kitaplığın önünde ayakta durmakta olduğunun farkına vardı. Eğilerek yerdeki rengini kaybetmiş kağıt parçasını eline aldı. Bu bir otobüs biletiydi. Üzerindeki; firma adı, tarih, hareket saati, koltuk numarası bilgilerini okudukça başını dayadığı camda; otobüsün bozuk yolda ilerlemesinin yarattığı titreşimi hisseder gibi oldu. Yanında oturan yaşlı adamın birkaç defa kendisine “kaçta varacağız evladım?” diye sorduğunu, endişeler içinde koyulduğu yolun yarısına varmadan tuhaf bir umursamazlığın içine düştüğünü anımsadı. Yolculuğun neredeyse tamamı kısacık bir an diliminde gözünde canlanmıştı. Daha az evvel sayfalar dolusu yazıyı okuyup ne kitabın içeriğini ne de okurken yaşadıklarına dair en ufak bir anı kırıntısını yakalayamamışken, ufacık bir kağıt parçası üzerine kötü bir el yazısı ile kondurulmuş rakamların yaşamının bir bölümünü olanca netliği ile geri getirmesine şaşırmıştı. Bileti sayfaların arasına iteledi, kitabı ait olduğu yere özenle yerleştirirken kendi kendine konuşmaya başladı:
“Bir daha hiçbir kitabı ya da dergiyi kapağına bakarak yargılamayacağım…“
Deniz Moralıgil
11 Ekim 2016 Salı
Deadpool'un 2009 Modeli
X-Men serisi gişede yalpalamaya başlayınca, 20th C. Fox ve Marvel Comics tabiri caizse ölüyü diriltmek üzere arayışlara girdi. Serinin en popüler karakterlerinden birini alarak "X-Men Origins: Wolverine" filminin çekilmesine karar verildi. Ancak karakter bu ölçekye bir aksiyon filmini sırtında taşımaya yetmezdi. İleride çekmeyi planladıkları çizgi roman uyarlaması "Deadpool"dan baş karakteri Wolverine'in karşısına çıkararak seyirci reaksiyonunu ölçme işini de aradan çıkarmak niyetiyle kolları sıvadılar. Gelin görün ki, ABD'de yazarlar sendikası üyelerinin grevde olduğu seneydi. Bütün dizi filmlerin bölüm sayısı azaltılırken, yeniden yazılması gereken bir çok büyük bütçeli film senaryosu grevin sonu beklenmeksizin filme alınmaktaydı. Wolverine henüz bitmemiş hali ile yani ham görsel efektli hali ile paylaşım sitelerine ve korsan DVD piyasasına düştü. Haliyle beğenmek şöyle dursun bakılacak durumda değildi. Ama konu ve Deadpool'un mevcudiyeti açığa çıkmıştı bir kere.
Aylar sonra sinema salonlarında izleyici önüne çıkabildiğinde filmin aldığı tepkiler olumsuzdu. Zaten Deadpool karakteri çizgi romana sadık olmayan biçimde işlenmişti. Wolverine'in serüveni sinemada devam ettiyse de, bu filmde asıl olan Ryan Reynolds'a olmuştu. Deadpool karakterinin sinema izleyicisi üzerinde bıraktığı ilk intiba olumsuzdu.
Yeni ve aslına sadık bir Deadpool için 2016 senesinin gelmesi bekleniyordu. Deadpool "R" izleme derecesine sahip filmler arasında en yüksek gişe rakamı yapan film rekorunu kırdı.
3 Ekim 2016 Pazartesi
1 Ekim 2016 Cumartesi
Uygar Kişi
"Alışılmışa alışmayan insandır temelde uygar kişi - içinde bulunduğu toplumsal çerçeveye alışır alışmasına, ama alışmaya alışamaz bir türlü. Garipser durur..."
Oruç Aruoba, Sonra: Uygarlık Üzerine Notlar
Parmak: "Rica ederim biraz otokontrol!"