Epey zaman önce dertlenmiştim yakınan tonlarda, şu İzmir’de derdini dinlemediğim ve beni görünce çenesi düşmeyen taksici kalmamıştır diye söylenerek. O zamandan beri akıllandım. Zannedilmesin ki akıllanmakla artık taksicileri dikkate almıyorum, aynı arabada otururken daracık mekanda onları görmezlikten geliyorum, ya da aynı çatı altında onlarla iki yabancıymış gibi seyahat ediyorum. Hayır bunların hiç birisini yapmıyorum. Zaten o kadarcık alanda tanımazlık falan inandırıcı olmaz. En çok inandırıcı olmamaktan korkarım ben, bir de fareden. Ola ki şu satırları yazarken kazara odada bir fare belirdiğini görsem, o fare beni bir daha göremez, görse de ayak izlerimi görür ancak. Bu sebeple kedileri her gün tembihliyorum “Bakın fare görürseniz yaşatmıycaksınız onu!!” diye söylev çekiyorum. Boş gözlerle bakıyorlar bana, onlara Whiskas açacağımı sanıyorlar muhtemelen. Ama yok böyle bir tatlı hayat.
Taksi şoförleri ile diyaloglarımın eskisinden farklı olan tarafı konuşmalara kendimin yön veriyor olması. Yani madem o kadar dinleyeceğim istediğim bilgiyi alır, istemediğim konu oldu mu konuyu öyle bir değiştiririm ki ne anlatmakta olduklarını kendileri bile anlamazlar. Hah, şimdi hatırladım korkulara dair bir sırrımı vereyim: Bir de Kayahan’ın her hangi bir albümünü baştan sona dinlemekten korkarım ki o korkunun artık en üst mertebesine çıkmış mantık sınırlarından şuursuzluğa taşmış bir formudur ki düpedüz fobidir. Bildiğin fobi işte, gün gelip de bir Kayahan’ın bir tane albümünü başından sonuna değin dinlemek zorunda kalma endişesi taşıyorum sabahtan akşama kadar. Allah’tan bu güne kadar hiç Kayahan dinleyen taksiciye denk gelmemiştim. Mutlu sayılmalıydım eni konu ama endişe mutluluğuma gölge düşürüyordu. "Ya çalarsa" diyordum, şansım yaver gittiği için denk gelemiyordum. Ta ki bugüne kadar.
Zaman: Bugün sabah.
Yer: İzmir.
Hava: Açık sayılır, ama sayılmaz da (çelişkiye bakın) sadece tam körfezin üzerinde parça parça bulutlar aslı durmakta. Ortası parçalı bulutlu kenarlar güneşli olsa da gözüme çarpan bulutlara bakacak olursak; al sana parçalı bulutlu sopsoğuk bir gün daha.
Evden çıktım, asansöre bindim. Birkaç kat boyunca aynada kendi aksimi seyrettim. Düzeltilebilecek çok şey vardı ama zamanım yoktu. İner inmez cümle kapısından geçip kendimi yola attım. Karşıdan geliyordu; sarıydı, 35 plakalıydı. Taksiyi durdurdum. Kapıyı açtım, bütün bunlar çok doğal çok sıradan şeylerdi. “Günaydın” deyip koltuğa kuruldum ve o an protoplazmama kadar sarsıldım: İçeride bir Kayahan şarkısı çalıyordu, hangisiydi bilemiyorum ve bilmek de istemiyorum. Zaten hepsi aynı. Hep aynı hükmetmeye çalıştıkça komik düşen ses tonunun üzerine oturtulmuş benzeri formüller. Ve hep aynı, hayatı suçlayan adam. İlk okuldaki başöğretmenim beni tahtaya dikmiş, tedrisat tam günmüş ve bütün gün sadece beni azarlıyor da azarlıyormuş gibi oldum. Bütün bunların hepsini saliselerle ölçülebilecek bir zaman dilimi içinde oldum. “Kapatın lütfen şu müziği” dedim. Dememle birlikte “Şu taksiciye ne sevimsiz nemrut herif dedirtmiyeyim kendim için” düşüncesi de geçti aklımdan.
Girdim Altınyol’dan.
30’lu yaşlarının başında bir şofördü. “Siz hangi durakta çalışıyorsunuz” diye sorunca başladı anlatmaya. Patronu bir gün onu, bir gün diğer şoförü çalıştırıyormuş. Annesi Almanya’dan emekli olmuş parası varmış ama ona para vermiyormuş, kız kardeşine veriyormuş. Kendisi kayınpederinin kredi kartı borcunu ödemek için kredi almış.
“Siz taksi şoförlerinin başından amma da ilginç olaylar geçiyordur” dedim. Geçen gün Girne’nin girişinde genç bir kadın araba kullanıyormuş arkadan izlemiş sürekli hatalı sollamalar yapıyormuş. Yalpalamasından hükmetmiş, “sarhoş bu” demiş, punduna getirip öne geçmiş. Kırmızı ışıkta durunca bizimkine arkadan dokunmuş, yanında erkek arkadaşı varmış kadının, çirkeflik yapmışlar bizimkine, o da sarhoş olduklarından başlamış tanıdık bir polis arkadaşına telefon açmış. Polis geliyor diye ürküp şoföre biraz para verip ikilemişler.
“Yatırıyor mu patron SSK’nı senin? Dedim; yarısını o yatırıyormuş yarısını kendisi tamamını yatırması için uğraşıyormuş.
“Aynı araçta iki şoför, olmuyor mu karışıklı peki?” diye sorunca başladı anlatmaya. Geçen gün bir trafik cezası gitmiş patronun ev adresine. Adam küplere binmiş telefona sarılmış. Bizim şoförden hesap sormaya başlamış. Şoför sora sora ağzından cezanın tarihini almış. Tarih ortaya çıkınca sevinmiş. Kendi çalıştığı gün değil, diğer şoförün çalıştığı günmüş.
“Biraz yavaş gitmiyor muyuz sence de?” diye sorunca, “Ben de tam oraya gelecektim” şimdi dedi. Geçen gün bir yolcuyu almış aynı soruyu o da sormuş. Diğer şoför cezayı yediğinde araştırmışlar gündüzleri sabah 10 ile 12 arasında ve 14 ile 16 arasında gezici radar Altnyol’da turluyormuş. Hız limitini aşan araçları kayıt edip peşlerinden cezayı postalıyorlarmış. Bunu anlatınca adama ona hak vermiş. “Vay be neler öğrendim sayende” dedim. “O abi de öyle demişti” dedi.
Altınyol çabuk bitti, çıktım Alsancak’tan.
Gideceğim yere varınca durduk, indim parçalı bulutlu İzmir sokaklarına.
Umarım taksi şoförü beni Kayahan sanmamıştır.
insanın sevmediği ot dibinde bitermiş yaa..
YanıtlaSilyalnız neden kayahanı sevmediniz merak ettim??
usta ben serdar turgut'u çok severim. ve okurken çok keyif alır gülerim. aynı keyifi senden alıyorum bu tip komik yazılarında.
YanıtlaSilsevgiler.