30 Haziran 2017 Cuma

29 Haziran 2017 Perşembe

Bad Dreams

"Slasher" filmlerinin ortak özelliği bir grup insanın bir psikopat katil tarafından sırayla katledilişlerini anlatıyor olmalarıdır. Bu ilk filminde Andrew Fleaming "slasher" filmleri şablonuna ciddi yenilikler getirmeyi başarmıştı. 

Konusu: Fleming'in filmi yetmişli yılların ortasında, California kırsalını gösteren geniş açılı bir çekimle açılıyor ve kamera hareket ettikçe odaklanacağımız görüntünün kocaman bir ev olduğu anlaşılıyor. Evin içinde Harris adlı kaçık bir önderin eşliğinde intihar etme hazırlığında "Unity Farm" adını almış bir hippi grubu vardır. Harris bu kült grubunu ölümün son olmadığına aksine yeni bir yaşama açılan kapı olduğuna ikna etmiştir. Bu kapıdan bedenlerini yakarak geçebileceklerdir.

Yaşanan faciadan yalnızca ailelerden bir tanesinin küçük kızı Cybthia kurtulur. Ancak o da komadadır. On üç yıl komada kaldıktan sonra uyanır. Bir psikiyatri merkezindeki borderline hastalarının arasına alınır. Psikiyatristlerin çabalarına rağmen yaşadığı travmaya dair hiçbir şey anımsamamaktadır. Bir süre sonra kült liderinin hayalini görmeye başlar, derken terapi grubundaki hastalar birer birer intihar etmeye başlarlar. Acaba kült lideri Harris Cynthia'nın bilinç altına hükmederek kültün yarıda bıraktığı işi tamamlamaya mı çalışmaktadır? Haris'i durdurmak mümkün müdür? Yoksa sahiden ölüm daha güzel bir dünyaya açılan kapı mıdır? yahut bu psikiyatri merkezi aslında hiç de göründüğü gibi bir yer değil midir? Cythia'nın bu sorulara yanıt bulması gerekmektedir. 



Temelde Freddy'nin kabuslarından epey esinlenmiş gibi dursa da ( bilhassa( Elm Street 3: Dream Wariors) özgün unsurlara sahip bir korku filmi ve rüya sahneleri yaratıcı ve akılda yer edecek mizansenlerden oluşuyor. 



Unutulmaz rüya sahnesi: Cynthia rüyasında bir asansördedir. Aniden, ışıklar pırpır etmeye ve asansör sarsılmaya başlar. Genç kadın birden fark eder ki, asansördekilerden biri Harris'tir. 



Unutulmaz rüya repliği:"Bu aşk asla bitmeyecek!"



Bad Dreams (1988)
Yönetmen: Andrew Fleming



22 Haziran 2017 Perşembe

Lady Macbeth

Shakespeare'in ölümsüz eserinin yarattığı çağrışımı ismine taşıyan, Nikolay Leskov'un 1865 yılında yazmış olduğu "Mtsensk'li Lady Macbeth" adlı novella'sını bu kez ilk uzun metraj filmini çeken, tiyatro kökenli William Oldroyd uyarlıyor.



Oldroyd'un filminde öykü Victoria dönemi İngiltere'sinin kırsalına taşınmış. Maden sahibi Boris (Christopher Fairbank) oğlu Alexandre'a (Paul Hilton) Katherine'i (Florence Pugh) topraklarıyla birlikte satın alır. Babasının baskısı ile silikleşmiş, sindirilmiş Aleander Katherine'e kendilerini nasıl bir evliliğin beklediğini daha ilk geceden gösterir. ne de olsa babasının oğludur ve onun da silikleştireceği bir eşe ihtiyacı vardır. Victoria döneminde yaygın olan, yıkanırken dahi insan bedeninin gizlenmesi gerekliliği bu evde yoktur. Katherine kocasının bir komutu ile soyunmaktadır. 




Henüz bir genç kız olan Katherine kendisinin iki katı yaşta olan kocasının yanında nadide bir ev eşyası gibi boy göstermekle yükümlüdür: kayınpederi, Katerine'e yükümlülüklerini sürekli anımsatır ve değersizliğini yüzüne vurur. Malikanenin kapısından dışarıya burnunu bile çıkarmaması, içeride kalıp sürekli İncil okuması gereken genç kız böyle bir göreve ve evliliğe hazır değildir: kocasının hoyrat emirlerine çaresiz itaat ederken kıkırdayarak gülmekte, günün her saatinde evin muhtelif yerlerinde uyuklamaktadır. Bu haliyle yapabilecekleri evin kedisi ile neredeyse tıpatıp aynıdır, uyuklamalı ve halılara basmadan mobilyadan mobilyaya atlamalıdır. Katherine evin duvarlarının, eşyalarının birbirlerinin gölgesini andıran renkleri arasında mavi renkli elbisesi ile henüz açmak üzere gonca bir çiçek gibi durmaktadır. Katherine açacaktır ve kendisi olacaktır. Oldroyd'un filmi her ne kadar Victoria döneminde geçse de kocasının ailesine ait evi İskandinav ülkelerini resmeden tablolardaki gibidir. Victoria dönemi evlerinin tıklım tıkışlığı bu evde yoktur, lüzumlu eşyalar dışında olması gereken ne varsa izleyicinin gözünden kaçırılmıştır. Duvar kağıdı bile yoktur, pastel renklerin hükümranlığını bir tej Katherine'in mavisi tehdit etmektedir. 




Uyuklamaması ve yatma zamanına kadar başında beklemesi gereken  hizmetçisi Anna (Naomi Ackie) olanların ve olacakların şahidi ve sırdaşıdır. Katherine kendi sesini kazandığında, Anna konuşmaz olur. Sessiz bir hizmetçi Katherine için bulunmaz bir nimettir ve belki de güven duyabileceği tek şey olan Anna'nın sessizliğini sonuna kadar kullanacaktır. Eşi uzun sürecek bir iş seyahatine çıktığında o çatı altında yaşayan herkesin kader akışı da değişecektir. Çünkü Katherine artık kendisine yasak olan yere, dışarıya çıkacak, malikanenin müştemilatına adım atacak, doğada uzun süren yürüyüşler yapmaya başlayacaktır. Oda hizmetçisini diğer işçilerin önünde taciz eden seyis Sebastian'ı (Cosmo Jarvis) gören Katherine adamın cüretkar tutumundan etkilenir ve geceleri genç adamı odasına almaya başlar. Aşık olduğu adam ile arasına girecek herkesi tümden ortaya kaldırmaya yetecek şeytani bir gücü olduğunu henüz ne kendisi, ne seyis, ne de oda hizmetçisi bilmektedir.



Doğduğu andan itibaren yaşadığı dönemin kuralları gereği bulunduğu yere kökleri ile adeta bir çiçek gibi bağlanmaya mahkum edilmiş Katherine film boyunca çeşitli ruh hallerinden geçer. Katherine'nin yolculuğu geçtiği ruh halleridir. Hiçbir ifade taşımayan çehresi ile tanıdığımız genç kızın yüzü, kendisine biçilen kader onu sınadıkça halden hale değişir. Filmin çekildiği sırada 19 yaşında olan Florence Pugh'un olağanüstü oyunculuğu yönetmen Oldroyd'un seçimi ile sadeleştirilmiş arka planın önünde parladıkça parlamakta.  Yönetmenin öyküyü anlatmak için kullandığı en önemli enstrüman baş oyuncusu olmuş öyle ki kapanıştaki kısacık bir an dışında müzik kullanım dahi filmde yer almıyor.  



Oldroyd duru ve güze yüzlü bir genç kızın kayınpederinin evinde yaşadığı duygusal şiddet sahneleri ile izleyiciye daha en başından taraf tutturuyor ve filmin uğursuz bir kehaneti andıran ismine rağmen seyirciyi hayretten hayrete sürüklüyor. Filmde insanların ten rengi de dahil olmak üzere renkler önemli işleve sahip ve anlamları sorgulandıkça ana öyküye olan bağlantıları keşfediliyor. Filmin finali seyircinin izlediği trajedinin yanında sönük kalsa da, yönetmenin meramını karşılıyor ve bütünde mantık hatası barındırmıyor. Benim için Lady Macbeth,  takip edilmeye değer bir yönetmen ve aktristin habercisi. 


Lady Macbeth - 2016

Yönetmen: 
William Oldroyd

Senaryo: 
Alice Birch 
(Nikolay Leskov'un novellasından)

Oyuncular: 
Florence Pugh, 
Cosmo Jarvis, 
Christopher Fairbank, 
Paul Hilton, 
Naomi Acke

Görüntü Yönetmeni: 
Ari Wegner

Kurgu: 
Nick Emerson

Müzik: 
Richie Kohan









Meraklısına Linkler:
Teaser
ABD fragmanı

21 Haziran 2017 Çarşamba

Sibiryalı Lady Macbeth

Shakespeare'in Macbeth'ine göndermenin bariz olduğu bu film daha adından başlayarak cehennemi bir tutku ve cinayetlerin sarıp sarmaladığı bir kadını  çağrıştırıyor. Sibiryalı Lady Macbeth'in öyküsü bilinen ve bilhassa sinema tarafından hayli sevilen bir edebiyat eserinden geliyor.

M. Stebnitsky takma adını bazı eserlerinde kullanmış olan Rus gazeteci, öykü, roman ve oyun yazarı Nikolay Semyonoviç Leskov "Mtsensk'li Lady Macbeth" adlı novellayı 1865 yılında yazdı. Bu eserin sahne sanatlarına uyarlaması yapıldığı gibi, sonradan sinema bir çok kez ilgi gösterdi. Leskov çağdaşları Tolstoy, Dostoyesky ve Turgenyev ayarında iyi bir yazar olsa da, asla onlar gibi yazmadı, derin kişilik analizlerinden ziyade olay örgüsünü ön plana çıkarmaya çalıştı; köylüleri, oda hizmetçilerini, askerleri, subayları, dindar insanları, varlıklı ama soylu olmayan aile kızlarını, çingeneleri, tatarları ve çarları dönemin Rus yazarlarından beklenmeyen esprili bir dil kullanarak ve gözlemlerine dayanarak yazdı. 

Stalin döneminde Şostakoviç tarafından opera için bestelendi ve olumlu eleştiriler aldı. Şostakoviç'in Rusya tarihinin dört farklı döneminden kadın karakterleri sahneye taşımak istediği dörtlemenin bir parçası olan eser  üç farklı opera tarafından sahnelenmekteyken bir akşam Stalin izlemeye geldi. Eserdeki feminist öğelerden rahatsız olarak operayı terk etti. Ertesi gün gazetelerde, Şostakoviç'in eserinin ahlaksız bir kakafoniden başka bir şey olmadığı yazıyordu. Kısa bir süre sonra  eserin gösterimi 1961 yılına dek yasaklandığı gibi bestecisi de halk düşmanı ilan edildi. 

Novella 1927 yılında "Katerina Izmailova" adı altında ile Cheslav Sabinsky tarafınfan sinemaya uyarlandı. 1967 yılında yine aynı isimle ancak bu kez Şostakoviç'in operası üzerinden sinema uyarlamasını Mikahil Shapiro yaptı. 1989 yılında Roman Balaya "Ledi Makbet Mtsenskogo Uezda" ismi ile sinemaya uyarladı. 1992 yılında Peter Weigl, Şostakoviç versiyonuna geri dönerek sinemaya "Lady Macbeth von Mzensk" adıyla uyarladı  İkibinli yıllarda iki kez televizyon filmi olarak değerlendirilen novella 2016 yılında öncekilerden oldukça farklı bir yorumla, tiyatro kökenli William Oldroyd tarafından stilize bir anlatınla sinemaya uyarlandı ve "Alfred Hitchcock Lady Chatterley'i sinemaya uyarlasaydı böyle olurdu" sloganı ile tanıtılınca "Lady Nacbeth" adlı bu film seyircinin ilgisine fazlasıyla mazhar oldu.



Gelelim Sibirska Ledi Magbet'e... Andrzej Wajzda filmografisinin en önemli filmlerinden olmasa da, oyunculuk anlamında bilhassa filmin ikinci yarısında oldukça başarılı. Polonya dışında çektiği ilk film olma özelliğine sahip (çekildiği dönemin Yugoslavya'sı). Trajedi ile kara film öğelerini harmanlayan film, uzak bir köyde yaşayan acımasız Katarina'nın ölümcül entrikalarını anlatıyor. Katarina değirmenlerinde çalışmaya başlayan gizemli bir serserinin, Sergei'in çekimine kapılır ve yasak aşkını sürdürebilmek uğruna sınırlarını ne kadar zorlayabileceğini kayınpederi, kocası; görümcesi ve küçük oğlu sıraları geldikçe öğrenirler.



Wajda sürgün ve ceza temalarını ilk kez  bu filminde kullanmış. Filmin geneline yayılmış, asık suratlı bir hava var.  Wajda oyuncuya soğuk ve mesafeli bakmış ve böylelikle Katarina karakterinin acımasız entrikalarını izleyiciyi gözetleyen kişi konumuna sokarak anlatmayı tercih etmiş. Olivera Markovic, Katarina'da unutulmaz bir femme fatale karakterini canlandırmış. Ljuba Tadic, Sergei karakterini, öncesi ve sonrası bölümlerinde farklı nüanslarla zenginleştirebilmiş usta bir oyuncu.




Dingin, hayranlık duyulacak, insanın ne kadar da güçsüz olduğunun altını çizecek doğa görüntülerini takip eden; kapalı, korunaklı mekanlarda dizginlenemez hale gelen, yok edici ihtiras anlarının yarattığı tezat filmin lehine işleyen öğeler. Şostakoviç'in müziğinin filme katkısı olumlu. Wajda'nın bilinen bir öyküyü yerel motifler kullanarak anlatmış olması filmi izlemeye değer kılarken,  aşıklara filmin başında reva gördüğü son filmi ne yazık ki yavanlaştırıyor.  Sağlam bir yönetmenin izlerini taşıması açısından ve bugünlerde gündemde olan "Lady Macbeth" filmindeki yönetmen tercihlerinin bir filmi nasıl değiştirebileceğini kıyaslamak açısından izlediğime memnun olduğum bir film diyebilirim.



Sibisrka Ledi Magbet - 1962

Yönetmen: 
Andrzej Wajda

Senaryo: 
Sveta Lukic (Nikolay Leskov'un eserinden)

Oyuncular: 
Olivera Markovic, Ljuba Tadic, 
Bojan Stupica, Miodrag Lazarevic, 

Görüntü Yönetmeni:
Aleksandar Sekulovic

Kurgu: 
Milanka Nanovic

Müzik: 
Dimitri Şostakoviç

Meraklsısına Linkler: