30 Eylül 2014 Salı

The Zero Theorem

Terry Gilliam'dan nihayet bir bilim kurgu filmi. Klasik anlamda başı, sonu, ortası belli filmlerden haz eden sinema seyircisine göre değil elbette. Zira konusunun ne olduğunu bile net olarak söylemek mümkün değil. Ancak şekilsel ana hatları ile "1984" romanındaki dünyayı, zihinsel durumu itibariyle de hayli kafkaesk bir alemi andıran bir yerde geçiyor olması belki edebiyatseverleri izleme yönünde bir tür hevese gark ettirebilir. Aynı yönetmenin evvela bir çok ülkede yasaklanmış, sonra da azad olmak uğruna prodüktör emriyle kırpılarak kuşa dönmüş; sinema salonlarına muhtelif yerlerinden kırpık, farklı  versiyonları ile arz-ı endam eylemiş; dijital ortamda bile asıl ve kesintisiz kopyasının henüz bulunamadığı efsanevi "Brasil" filminden ne biliyorsak hafiften o alemi andırıyor olması da cabası. Geçtiğimiz aylarda "Transendence" saçmalığına maruz kalarak "Bilim kurgu filmi mi? Bir daha asla!" demiş sağduyu sahibi sinemaseverlerin tekrar özlerine kapı aralamalarına yol açabilir.  İlaç niyetine... Sinema salonunda Alaska serinliğini özleyenler için...


Yönetmen: Terry Gilliam

Senaryo: Pat Rushin
Oyuncular: 
Christoph Waltz, Gwendoline Christie, David Thewlis, 

Ben Whishaw, Mélanie Thierry, Matt Damon, Tilda Swinton

29 Eylül 2014 Pazartesi

Borges ve Ben ve Ben...

"...Dokuz ya da on yaşlarında olmalıyım. Buenos Aires'de Calle Florida'da kaldırımda yirmili yaşlarındaki amcamı yürütüyorum. Amcamı yürütüyorum diyorum çünkü amcam görmüyor. Hep ünlü bir ressam olmayı düşlemiş. Ergenlik çağındayken bir çok ödül ve önemli bir burs kazanmış ama şeker hastası olduğu için görme yetisini kaybetmiş. Buna inanmasını gerektirecek bir şey olmamasına rağmen amcam iki ya da üç, ya da bilemedin dört yıllık ömrünün kaldığına inanıyor -  öyle hissediyormuş.  Böyle yürürken beraber, aniden biri diyor ki "Borges geliyor". Bakıyorum Borges'i görüyorum. Amcama "Borges geliyor" diyorum. Borges bize doğru geliyor. O da kör amcam gibi bir arkadaşının ya da bir hayranının omzuna tutunarak yürüyor ve birden âmâ  amcam - esprili bir tip, zekice şakalar yapar - sesleniyor "Naber Borges? Harika görünüyorsun" ve Borges görmeyen bakışlarıyla şıp diye kör amcamın sesinin geldiği noktaya bakıyor. Karşı karşıya duruyorlar, hiç görmeden birbirlerine bakıyorlar tam ortalarında gördüklerine inanmayan bakışlarıyla ben duruyorum."


Rodrigo Fresan'ın anılarından...





27 Eylül 2014 Cumartesi

Truffaut Filmleri - Afişler - IV

Dördüncüsü elbette "Jules et Jim". Citizen Kane'den ödünç alınmış anlatım tekniği bu filme çok yakışıyor.






25 Eylül 2014 Perşembe

Kurtluk Müessesesi

Kimilerinin dikkatini cezbetmiştir: hoptirinam kıvamını epeydir geride bırakmış bu memlekette eskimek bilmeyen tek yapı kurtluk müessesesidir. Kendi ayakları üzerinde hilesiz, hurdasız durmayı başaramamış, köprüyü geçerken ayı bildiklerine hayli ödün vermiş ve bu yüzden ödüllendirilmiş; palazlandıkça başkalarını sinsice sırtlarından hançerlemeyi marifet bilmiş; şeref yoksunu bu itler kuyurklarını her devirde aynen aşağıdaki gazete kesiğindeki numaralar ile ayakta tutmayı başarırlar. O yüzden bu ülkede kurdum diye gerinen birini görünce asla unutmamak lazımdır ki böylelerinin içinde leş yemeye her daim aç bir it geziniyordur. 


20 Eylül 2014 Cumartesi

Truffaut Filmleri - Afişler - III

Üçüncüsü, "La Sirene du Mississippi"... Reunion adasında başlayıp Fransa'da bir dap kulübesinde biten bu film adadaki malikaneden kaçış ve kulübede adamın zehirlendiğini anladığı sahne ile karlar içindeki Deneuve için seyredilir, öykü akışındaki zaaflara rağmen.


13 Eylül 2014 Cumartesi

Truffaut Filmleri - Afişler - II

İkincisi "Son Metro". Bilhassa  Denevue ve Depardieu'nun şiddetli bir kavga sonrası, gerçek hayatta gizledikleri duyguları tiyatro sahnesinde canlandırmak zorunda kaldıkları sahne. 


9 Eylül 2014 Salı

Gladyatörün Hışmı

Bu, ne son yılların popüler TV dizisi Spartaküs türevlerindekine benzeyen bir gladyatör, ne de hışmı bildiğin gladyatör hışmı: düpedüz Sanat Güneşi olarak adlandırılagelmiş sanatçının bir sanhe kostümünün adı. Madem sahne kostümü, o halde denizin içinde işi ne suali geldi aklıma gördüğümde anda. Gladyatör madem, bu duruş hiç de gladyatör duruşu değil diye itiraz ederken buldum kendimi hemen ardından. 

Hışım sanırım asanın ucunda debelenen kaplumbağayı hedeflemiş olmalı ki hayvancağız kıvranıyor. Peki ya yan tarafta duran Kleopatra kılıklı genç kadın neyin peşinde? En ufak bir yanlış duruşta gladyatörün hışmına uğrayıp gün yüzü görmedik kelimelerle paylanma ihtimalini tartıyor olmalı, belki de bu yüzden istifi bozulmalardan ırak. Sanat dünyamız her daim tuhaflıklara gebe, kitsch demek hafif kalır zira görüntü erişkin aklına zayiat verdiren cinsinden.


6 Eylül 2014 Cumartesi

Truffaut Filmleri - Afişler - I

Hepsi birbirinden önemli ve farklı sinema lezzeti barındırıyor ama en sevdiğim, her zaman, "Penceredeki kadın" kalacak sanırım. 




5 Eylül 2014 Cuma

Macera

Hemen her konuda çelişen bir çiftti Narda ile Mandrake. Yani dedektif ruhlu sihirbaz ile doğru bildiğini söylemekten bıkmayan özgür ruhlu sevgilisi. İkisi de daima diğerini muhalif görürdü ve ben her cuma günü bayiimden ısrarla isterdim yeni çıkan sayıyı. Vapurun eteklerinde beyaz köpükler olurdu ve benim tepemde martılar uçuşurdu muhtemel ancak ben bunların hiçbirinin farkında olmazdım. Güvertede her zamanki yerimde oturmuş, yeni bir Mandrake macerasının orta yerinde seyrüsefer halinde o maceradan, öbür maceraya peşlerinden koşardım.   


4 Eylül 2014 Perşembe

"Dude!" Gençlik Yılları

The Big Lebowski en sevdiğim filmlerdendir, hala her izleyişimde önceden farkına varmadığım minnacık bir detay yakalıyorum. Film başından sonuna kadar Raymand Chandler eserlerine yazılmış bir güzelleme gibi. Chandler'ı bilirseniz filmden alacağınız tad da daha bir lezzetli oluyor.

Cümle hayat gailesinden elini eteğini çekmiş; hayli salak iki gangsterin başkası yerine kendini benzetmesini bile kafasına takmamayan, ancak kaybettiği halısını yerine koymak uğruna dünyayı bile alaşağı etmeyi göze almış, "white russian" tutkunu ve gerçek bir kişiden uyarlanmış Dude, The Dude, El Duderino karakterini Jeff Bridges başarıyla canlandırmıştı.

Aşağıdaki kısa filmde Dude'u gençlik günlerinde izliyoruz. Çölde bulduğu bir çanta başını yine mafyoz tiplerle belaya sokmaya yetiyor. Çantanın içinde ne olduğu önemli değil elbette. Jeff Bridges sesi ile filme renk katıyor.

İşte "The White Russian"


3 Eylül 2014 Çarşamba

Eskidi Bu Ayaklar Sizi Gidi Dünya Cicişleri!

Bankacılığın beni en şaşırtan yönü kıdemlilerin bilgiyi işe yeni başlayandan gizlemeye kalkışmaları olmuştu. Emekliliklerine gün sayan bu insanlar "bildiklerini yeni yetmelerden saklayıp kendi pozisyonunu riske atmama stratejisine" yapışır kalırlardı. Dahası yapılması gerekenleri yanlış gösterip, sonra da hata yaptı diyerek yeni olanı küçük düşürmeyi denemeye kadar vardıranları da olurdu. Papazın beslenme programını zaman zaman değiştirmesi misali her gürbüz genç her gün aynı kazığı yemiyor elbette. Bu gibi olaylarla 1985 - 1986'da karşılaştım. Stajyerliğim sona erdikten ve iş değiştirdikten sonra bu sahte tiplerden çok sayıda gördüm, tongaya basma sayım ise minimuma indi. Yapı Kredi Bankası'nda geçirdiğim yıllar bana bilhassa babacan pozlu ya da anaç tavırlı insanlardaki sahtelikleri şıp diye tanımayı öğretti. Benzer hinlikleri başka meslek dallarında gözlemlemiş arkadaşlarım da oldu sonra.


Çok karşılaştım benzeri tipler ile. Mesela, en basit bir konuda sözümona yardımcı olacak gibi yapar ama yanlış bilgi verirler (Üstelik herhangi bir yardım talebiniz yok iken). Sonra da numaradan şaşarlar. Kendiliklerinden telefon açıp güya bir fırsat tenezzül buyuruyormuş gibi yaparlar, mamafih bu önerileri hep asılsız çıkar. Hiç değişmez bu sinsilik, meslek dalı değişse de. Bu tip münzevirlerin fırsat önerilerine "hı" dediysem de geçiştirmek maksadı ile dedim, dikkate almadım. Bunların oyunlarında ciğer sallamayı başardıkları kedi asla olmadım. Ciğerin değil bunların mundar olduğunu bildim. İlgisiz durduğunuzda kendilerine yeni oyuncu aramayı akıl edebiliyor bazısı. Nasıl bir yaşama bağlanma metoduysa artık, yararlı olmak için başka yöntemlerin olduğundan habersiz tüketilen ömürlere ne demeli?

Bazı mimikler, ses tonundaki değişiklikler ele veriyor bu sahteleri. Yıllar geçtikçe, seçilen kelimelere bakarak samimiyetin gerçekliğini tanır hale gelebiliyorsunuz.



Üzerinden neredeyse 30 sene geçtikten sonra... bugün... aylar evvel ortaya attığım bir fikre o zaman soğuk bakanların, aynı sözleri bir başkası ettiğinde nasıl beğendiklerini görmek beni şaşırtmadı. Çünkü bu "cevval yürek"lerin sahteliklerini çok evvel yüzlerinden, kelimelerinden okumuş ve lüzumu bulunmayan insanlar çöplüğüne dökmüştüm vicdanımda. Bu kadar netlikle göründüklerini bilmiyor olmaları ve numaraya devam etmeleri zavallılıktan başka bir şey değil. Ortadasınız, sahteliğinizi gizleyemiyorsunuz. İşte bu yüzden gülünçsünüz.


2 Eylül 2014 Salı

Geç Kuşkulanıp, Sık Aldatılan Çocuk Repliği

"Vay canasına! Yerin kulağı var yazarlardı da inanmazdım... Meğer dinlendiğimizi tüm dünya biliyormuş..."



1 Eylül 2014 Pazartesi

Begin Again

"Once" ın senarist/yönetmeni John Carney yeni filminde yine müziğin çevrelediği bir öyküyü anlatıyor. Film sanki New York şehrine yazılmış bir güzelleme gibi. Başlıca rollerde Keira Knightley, Mark Ruffalo, Adam Levine (Marron 5'ın Solisti), Hailee Steinfeld, Catherine Keener var.


Greta bir barda arkadaşının gitar çalıp şarkı söylemesini izlemektedir. Şarkı bitince arkadaşı emrivaki yaparak Greta'yı sahneye alır. Gitarı eline alan genç kadın, kendi yazdığı bir şarkıyı çalıp söylemeye başlar. Ne var ki izleyiciler kendi aralarında koyu bir sohbet halindedirler. Ama kalabalığın içinde bir adam şarkı ile ilgilenir. Sahneden indiğinde cebinden çıkardığı seni bu hayattan çekip alacak olan adam benim kartvizitini genç kadına uzatır. Ancak bu daha hikayenin Greta yönüdür ve bu hikayede klişelere yer bulunmamaktadır. Bu noktadan sonrası flashback olduğunu hissettirmeden ilerler; ta ki Greta'nın yeniden şarkıyı söylediği ana kadar. Ancak şarkıyı baştan alırken bu kez Dan'ın bakış açısına geçeriz.


Dan (Mark Ruffalo) bir plak şirketinin yıldızı sönmekte olan, aile hayatı yokuş aşağı inen üst düzey yöneticisidir. Greta şarkısını sadece gitar eşliğinde söylerken Dan zihninden diğer enstrümanları tamamlamaktadır. Filmin geri kalan bölümünde Greta'nın sorunları, Dan'in kırık dökük ilişkileri; bolca New York manzarası reta'nın yazdığı şarkılar eşliğinde gözümüzün önünden geçecektir. Dan Greta'yı birlikte albüm yapmak için ikna etmeye çalışır, Oysa Greta'nın gözü sadece şarkı yazmaktadır, şöhret ilgi alanına girmemektedir. Filmin bir yerinde yine baştan alınır ve bar sahnesine, aynı şarkının icra edildiği ana döneriz.



Keira Knightley ve Mark Ruffalo haz etmediğim iki oyuncu. Oyunculuklarında barındırdıkları minik detaylar, kadrosunda oldukları her filmde dikkatimi dağıtmaya yetiyor. Dahası Maroon 5'in solisti A. Levine, son yıllarda en gıcık olduğum şarkının (Move Like Jagger) müsebbibi, bu filmde yıldızı parlamakta olan bir pop rock şarkıcısını canlandırıyor. Bir de şirret amerikan kadını klişesinin son yıllardaki temsilcisi C. Keener'ı ekleyin bu kadroya: filmi sevmemem için bütün sebepler mevcut. Ancak ne var ki yönetmenin başarısı, kafasının içindeki filmi ekrana aktarması ile ölçülecekse eğer John Carney bu işin üstesinden geliyor. Klişe tipleri bile klişe olmayan biçimde değerlendirmesi Once filmindeki başarının tesadüfi olmadığını ispat etmeye yarıyor. Her bir oyuncu gereksiz fazlalıklarından arınmış, film daha ilk sahnesinden kameranın varlığını bile unutturacak biçimde ilerliyor. Zarif bir flashback karakterleri zaman kaybettirmeden izleyicisine tanıtıyor. Geri kalanında ise "acaba albüm yapmaya ikna olacak mı?" sorusuna yanıt arayan izleyici çoktan filmin akışına kaptırmış oluyor kendini.


Knightley'in film için gitar çalmayı öğrenmiş olması ve şarkıları kulak tırmalamayacak biçimde icra ediyor olması filmin en önemli kozu. Geçtiğimiz yıl Toronto film festivalinde ilk kez seyirci önüne çıktığnda taşıdığı iddialı ve filmin meselesi olmayan bir hususun altını çizen "Can a Song Save Your Life?" isminden vaz geçilerek; stüdyoda kaydı baştan alma terimini isim olarak seçmeleri ve Begin Again denmesi daha uygun düşmüş.



Uzun lafın kısası bu sene izlediğim en iyi filmlerden bir tanesi Begin Again.


Lost stars: filmde laptopa kaydedilen şarkılardan bir tanesi...