TDK selfie kelimesine yıllar önce fotokopi için belirlediği
tıpkı çekim ayarında bir kelime uydura dursun; kes, yapıştır ve sil kelimeleri
epeydir böyle:
29 Mayıs 2014 Perşembe
22 Mayıs 2014 Perşembe
21 Mayıs 2014 Çarşamba
Suyun Her Bir Yanı
Çalışanların çalıştıkları yere göre - her açıdan - güvenlikleri farklı bakanlıkların sorumluluk alanına girmeli. Sözgelimi;
Yerin üstünde çalışanlardan ayrı bir bakan,
Yer altında çakşanlardan bir bakan,
Su altında çalışanlardan başka bir bakan,
Su üstünde çalışanlardan bambalka bir bakan.
Böylelikle bir facia mı yaşandı diyelim - Allah dilimizden alsın o ne çirkin bir lakırdı? - hangi bakanın bu konuya el atacağını bir çırpıda bilebiliriz hem de bakanlar şaşırmamış olur, hem de sayıları artacağından (bunun danışmanı, baş danışmanı, çalışanları bir alay üdürleri de var) işsizlik sorunumuz da önemli ölçüde azalır.
20 Mayıs 2014 Salı
Doktor, Doktora Baksana!
Adam tepen adama rapor veren doktoru afişe etme rüzgarına kapılmış doktorlar; birinden aldıkları fotoğrafı öbürüne yönlendirme yarışındalar. Biz ne iyi doktoruz hayatımız boyunca hiç sahte rapor vermedik demeye getiriyorlar.
Sorularım vicdanlarına by pass çekip tıfıl görünümlü vesikalık resmi oradan oraya yönledniren doktorlara:
Bu adamı bu şekilde afişe etmeden evvel "Buna rapor ver!" denildiğinde önündeki seçenekleri de bilmemiz doğru olmaz mı?
Bu filmin en kötü adamı bu mu? Bu yüzden mi parmaklarımız onu işaret ediyor?
Sorularım vicdanlarına by pass çekip tıfıl görünümlü vesikalık resmi oradan oraya yönledniren doktorlara:
Bu adamı bu şekilde afişe etmeden evvel "Buna rapor ver!" denildiğinde önündeki seçenekleri de bilmemiz doğru olmaz mı?
Bu filmin en kötü adamı bu mu? Bu yüzden mi parmaklarımız onu işaret ediyor?
Öyle doktorlar var ki; kendi çevresindeki bir insana soğuk algınlığı geçirdiği anda bile rapor vermez iken, gelecekte işlerinin düşme ihtimali bulunan kişilerin evladına hiçbir tıbbi sıkıntısı yokken bile hasta raporu verebiliyor. Gelecekte menfaat beklemediği yere trnağını sürmezken menfaat gelecek yere gereken raporu vermekte sakınca görmeyen doktor sayısı azımsanacak miktarda değil.
16 Mayıs 2014 Cuma
9 Mayıs 2014 Cuma
Muamma
bugün ne çocuk kitapları
kimi realiti şov yıldızlarının kalbi
ne şöhretlerine ilişkin tutku
diziler ve desenler arasında
bir bakıyorsunuz hınzır sizi süzüyor
bakıyorsunuz pespembe
ciddiyetini korumaya çalışıyor
bazıları şablonlardan ibaret
yine Pera'da
on yahudi portresi
İstanbul'da Bizans ikonografisi
ikon
ustaları
endüstri
imgeler
orijinal ile kopya arasındaki sınırlar
hâlâ muamma
Buradan paylaşmayı ihmal etmiş olsam da Gazeteden Şiir Karalamaca oyunum hala devam ediyor. Elimdekilerin sayısı otuzu geçti. Yukarıdaki şiir Radikal Gazetesi'nin 7 Mayıs 2014 tarihli Kültür ve Sanat köşesindeki, Herkes için Warhol başlıklı yazıda gizlenmişti. Bazı yerlerini karalayınca bulması kolay oldu.
8 Mayıs 2014 Perşembe
Hayalsiz Olur mu?
Dün 13-14 yaşlarında bir grup öğrenci ile öykü atölyemizin ilki için toplandık. Yazma heveslisi bu gençlere bir hafta önce bir kompozisyon ödevi vererek; kendilerini anlatmalarını istemiştim. On cümleden kısa olmaması gereken bu çalışmanın üç de engeli vardı: kendilerini şemsiye, rüzgar ve çanta kelimlerini kullanarak anlatacaklardı.
Bize ayrılan salona girdiğimde 25 çift meraklı göz ile karşılaştım. Biri hariç hepsinin ödevi hazırdı ve okumak için sabrsızlanıyorlardı.Öncelikle kısa öyküye dair çok kısa notlarımı eğlenceli olduğunu düşündüğüm cümle tamamlama oyunları ile paylaştım onlarla. Okuru dikkate almadan ama okuyacakların ilgisini de canlı tutarak yazmaları için ne gibi çözümler üretebileceğimizi tartıştık. Gözlemin öneminden bahsettim. Gelen sorular işimi kolaylaştırır nitelikteydi.
Sonra içlerinden yedi öğrenci yazdıkları kompozisyon ödevini okudu. Tahmin ettiğimden başarılıydı yazdıkları. İçlerinde, en başından beri susarak not almış olan birine "sen de oku" dedim. Çekinerek başladı. Adeta büyülü gerçekçilik ödevi gibiydi yazdıkları. Bir çanta üzerinden kendini anlatması, hepimizi başka dünyalara uçurmaya yetti. O kadar mutlu oldum ki:
"Sen çok kitap okuyorsun değil mi?"diye sordum ona.
Yanıt oarak evet anlamında gözlerini kapattı. Bunu yaparken yanakları kıpkırmızı olmuştu. Mutlu olma sırası ondaydı
Atölyemizin ilk bölümünün sonlarına geliyorduk; Etgar Keret'in "Maymun Amca" isimli öyküsünün giriş bölümünü okudum. Kanser araştırmasında denek olarak kullanılan maymunun tatile çıkma ve dönüşte artık alzheimer deneyine gönüllü olma hayalini anlatan hüzünlü bölümü. O öyküyü seçerken aklımda bir acaba dolaşmıştı. Öyküde anlatılanları tartışırken endişemin tamamen yersiz olduğunu anlamış bulundum.
Yazmak için iyi gözlem yapmaları gerektiğini, insanların eylemlerinden ziyade onları o eyleme iten nedenleri bulmak için kendilerini onların yerine koyarak düşünmeleri gerektiğinden bahsettim biraz da.
Sonunda da önümüzdeki hafta için ödevlerini verdim:
"Bir hayvanın özgeçmişini yazın"
İçlerinden bir tanesi çok sevindi. Salonda dört adaşım vardı. Onlardan bir tanesiydi sevinen.
"Hayallerinden de bahsedebilir miyiz?" diye sordu..
"Evet" dedim, "Hayalsiz olur mu?"
Anlatacaklarımdan geötim, önümüzdeki hafta getirecekleri yazıları, merakla, sabırsızlıkla bekliyorum.
Maymun Kılığındaki Bir Tavşan
6 Mayıs 2014 Salı
Neyleyim İşaretin Evrensel Olamamış Dillerini
Uzak doğuluların yüzlerinin birbirne benzediği, birden fazlası ile karşılaşınca yüzlerini birbiri ile karıştırmanın sık yaşandığı söylenir. Eminim çekik gözlüler de bizler için aynı şeyi söylüyordur.
Uzak doğulu birini gördüğümde yüzlerine dikkatle bakar, kendimce gözlem yaparım. ben aradaki farkı tespit ediyoe ve böylelikle yüzleri birbirne karıştırmıyorum. Araştırmacı blogcu hastalığı işte, ne diyeyim?
Yüzleri değil garip olan. Onların vücut dilleri farklı, duyguların ses olarak dışa vurumu farklı. Döver gibi sevgi sözcükleri, mıyıldanır gibi nefret tümceleri işitmek olağan. Yüzler farklı ve tuhaf demek kolay geliyor sanırım.
Bakın şu aşağıdaki iki cimcimeye. Bu diyarda, böylesi hallerle sokağa çıksala o saat "ciciş" damgası yerler. Kendi ülkelerinde askeri bir anlam taşıyıp taşımadığını bile bilmiyoruz. Kendi uzaklıklarına has bir işaret dilinde kimbilir ne demeye getiriyorlar?
5 Mayıs 2014 Pazartesi
Hıdrellez Ateşi
Hıdrellez sabahı gün doğmadan kalkılır dut ağacına kurulan
bir salıncakta sallanılır. "Derdim aşağı, kendim yukarı" denir.
Böylelikle dertlerden silkinileceğine ve bir yıl boyu mutlu olunacağına inanılır.
Ya da dut ağacının köküne "Dut,
belimin ağrısını yut" diyerek bel vurulur. Böylelikle bel ağrılarından
kurtulacağına inanılır.
Hıdrellez gecesi bir gül fidanının dibine dilekler adanır,
dilekler şekillerle belirlenir. Ev istenirse topraktan, kiremitten ev, bebek
istenirse bebek, para istenirse gül dibine gümüş para konur. Dileklerin
gerçekleşmesi için Hıdrellez uğuruna içtenlikle inanmak gerekir. İnanmayanların
dilekleri gerçekleşmez.
Bereketli olması amacıyla gece yemekte ilk lokma ısırılıp
yutulmadan çıkarılır, kağıda sarılıp bir saksıya konur. Bu işler yapılırken dua
okunur, bereket dilenir.
Hıdrellez'in uğuruna inananlar mutlaka rüya görürlermiş,
sabah bu rüyaları yaşlılar yorumlayarak yılın iyi veya kötü geçeceğini
söylerler.
Hıdrellez gecesi iki tane ekmek mayalanır, kenara konur.
Birine varlık diğerine yokluk denir. Sabah niyet tutulan hamur kabarırsa o yılın var yılı eğer
kabarmazsa yok yılı olacağına inanılır.
Genç kızlar ve delikanlılar temiz bir tenekeye ağzına kadar
su doldurup bunu evin herhangi bir yerine koyarlar. Sabah herkesden önce kalkıp
hiç kimseye görünmeden o suya bakan ve güzelleşmek için dua eden kişinin bir
yıla kadar duası kabul olurmuş. Hatta yüzünde bir sivilce bile çıkmazmış.
Özellikle cildi bozuk sivilceli gençler Hıdrellezde suya bakma âdetini
yaparlar.
Hıdrellez gecesi dört yol ağzında ateş yakılır, eski
hasırlar yakılır, üzerinden en az üç kere atlanır.Hıdrellez gecesi ateşten
atlayanlara pire, yılan, çıyan gelmez. Ateşten atlamak kötülükleri yok eder,
Hıdrellez gecesi yakılan ateş pislikten arındırır, dedikoduları engeller.
Yüzler yanmasın diye siyaha boyanır. Hıdrellez ateşine "Hastalıklar,
kötülükler, dağlara taşlara olsun." diyerek taş atılır. Bu âdete ateş taşlama
denir.
Hıdrellez gecesi kapı yanına taş konur. Eğer taşın altı
karınca dolarsa o yıl bolluk, bereket olacağına dahası yöresine yerine göre bunlarca, binlerce teferruata daha inanılır.
Uzun lafın kısası İzmir'de bri yerlerdeyseniz şayet, su kenarında dilek yazarken buluşmak üzere Hdrelleziniz kutlu olsun.
2 Mayıs 2014 Cuma
Steven ile Bruce
Peter Benchley'in "Jaws" isimli kitabı
yayımlanmasıyla, ABD'de çok satan kitaplar listesinin başına yerleşmesi bir oldu. Oraya
yerleşen kitapların akıbeti ise zaten belliydi. İlla ki filme çekilmeliydi. Nitekim proje allanır, pullanır ve o güne kadar farklı televizyon dizilerinde
bölüm yönetmenliği yapmış; aralarında "Duel"in de olduğu bir kaç televizyon
filmi yönetmiş; sinemada ise 18 yaşında çektiği ve kimseciklerin bilmediği "Firelight"
ile henüz bitirdiği "The Sugarland Express" dışında deneyimi olmayan bir
gence: Steven Spielberg'e emanet edilir.
Herkesin bildiği bir romanı sinemaya taşımanın zorluklarını
da, açık denizde geçen bir korku-macera filmi çekmenin zahmetlerini de çok iyi
kestirmektedir Spielberg. Ancak bilmediği adı duyulmamış bir yönetmen olmanın
filmin kadrosunu oluşturmakta önüne engel olarak çıkacağıdır. Teknik
problemleri halletme yolunda ekibi ile önemli adımları atmıştır atmış olmasına
da; filmdeki en önemli karakter, Polis Şefi Brody rolü için çaldığı kapılar defalarca
yüzüne kapanmıştır. Gittiği bir ev partisinde sohbeti koyulttuğu Roy Scheider
role kendisi talip olur.
Filmin açık denizde geçen sahnelerinde gerçek köpek balığı
görüntüleri ile mekanik köpek balıkları kullanılacaktır. Her bir balığın işlevi
farklıdır, su üzerindeki kafa hareketlerini yapan korkutucu dişli mekanik köpek
balığı Steven'ın da, ekibinin de en sevdiği balıktır. Bruce ismi verilir ona.
Çekimler ilerlemiştir, ancak final hususu henüz net
değildir. Peter Benchley kitabındakinden farklı bir final olmaması için
uğraşmakta - magazinci ağzıyla diyecek olursak - seti birbirine katmaktadır.
Spielberg ise ne istediğini çok iyi bilmektedir. İstediği de görkemli bir finaldir.
Daha "görkem" dendği anda avuçlarının içi tatlı tatlı kaşınmaya başlayan
prodüktörlerin kimden yana karar vereceği bellidir elbette. Olan Peter Benchley'e
olur. Setten kovulduğu yetmezmiş gibi, bir daha Jaws setine adım atmasına bile mani
olunur. Hal böyleyken, Steven ile aralarına vadesi uzun bir küskünlük girer. Ancak
yıllar sonra Benchley bir ropörtajında "Steven'ın finali daha iyiydi"
itirafında bulunur.
Çekimler biter. Montaj, müzik, ses efekti gibi filmin
mutfağına dair çalışmalar başlayacaktır ki, Steven Bruce'u özler. Bruce ise çekimlerin
bittiği yerde, okyanusun ta dibine terkedilmiştir. (Stüdyo turunda sergilenen başka
bir mekanik köpek balığıdır.) Duyar ki, "Orca" denen bir film
çekilmektedir, derhal o sete gider. Film ekibinin katil balina ile çekim
esnasında yaşadığı zorluklara bakar bakar; Bruce ile olan zahmetli günlerini, film
çekme zorluklarının üstesinden birlikte geldikleri mutlu günlerini yad eder.
Film 1975 yaz sezonunda gösterime tantanalı biçimde girer. Amerikalı
izleyicinin kalbi beyaz köpek balığının okyanusun serin sularında; her bir gaileden
ırak vaizyette çimlenen Amityville sakinlerine saldırdığı sahneyi izlemeye
dayanamaz. Artık çığlık atan mı ararsınız; korkudan ayılan, bayılan mı, dahası
midesine yenilip oracıkta istifra etmeye yeltenen mi arasınız, hepsi vardır.
Sonrası malum.
Film mevcut bütün gişe rekorlarını kırar. Bizim tek kanallı
ülkemizde bile TRT televizyonuna haber olur seyircinin feryat figan sinemadan
kaçışları.
Sonrası malum. Steven Spielberg zirveye çıkan basamakları
tırmanmaya devam eder. Üçüncü Türle Yakın İlişkiler hayranlıkla karşılanır. Engelsiz
basamak olmaz söz konusu zirve ise. "1941" isimli film gişede yatınca,
haset edenler derler ki:
"Bu filmin bütçesi II. Dünya Savaşı'nın maliyetinden
bile fazla, yazık etti paracıklara Steven Spielberg Efendi."
Ancak bu yetmez, uydurmaya geçerler ve derler ki; "Yıllardır
Alfred Hitchcock ile tanışmak için uğraşıyor, randevu alamıyor. Hitchcock bu
tanışmaya aracılık etmeye kalkışanlara açıyor ağzını: 'Balıkla film çeviren
çocukla mı tanışacak mışım?' diyor, yumuyor gözünü 'Bu ne cüret!' diye
köpürüyor."
Bütün bu taşlamalar vızıltı gibi gelir Steven'a, hatta gelemeden
daha, tırıs gider öbür yana İşi başından
aşkındır onun, zira sırada önemli projeleri vardır. E.T. çekilecektir, Indiana
Jones, "Kamçılı Adam" lakabı
ile üçlemeye evrilecektir...
Eee, sonrası malum işte...
Aşağıdaki fotoğrafta Steven ile Bruce'u görüyorsunuz...
mutlu günlerinde.
1 Mayıs 2014 Perşembe
İnek?
İddia edilen odur ki, Alfred Hitchcock bir zamanlar
"sinema oyuncuları birer inektir, rol yapmalarına gerek yoktur."
demiştir.
Hakikaten de oyuncusun rol yapmasına karışmazdı Hitch, rol
umurunda değildi, o oyuncunun kamera karşısında hangi açılardan görüntü vermesi
gerektiğini dert edinmişt.
Elbette bu duruma en çok rol yapmak için kendini paralayan
oyuncular bozulurdu. Görmezden gelindiklerini zannederlerdi. Biraz da bilinçli
bir tercihti bu görmezden gelme hali. Mesela Rebecca filminde başrolü oynayan
Joan Fontaine'i sette o kadar görmezden gelmişti ki kadının sinirleri bir, iki
günde laçka olmuş ve ayakları geri geri gitmişti çekimlere. Kendini bir türlü
oraya ait hissedememişti. Hitchcock'un Bayan Fontaine'den beklediği buydu
zaten: oraya ait olmaması. Zira canlandırmasını istediği gereken karakter;
olağanüstü zengin bir adamla evlenmiş ve onun çevresine ayak uydurmayı
başaramayan, kocasının ölmüş olan ilk eşinin ağırlığı altında ezilen ve kendini
bir türlü oraya ait görmeyen bir genç kadındı. Sonuç genç oyuncunun çektiği
sıkıntıya değmişti, Akademinin en iyi kadın oyuncu adayları arasındaydı. O sene
kazanamadığı ödülü ertesi yıl başka bir Hitchcock filmi olan Şüphe'deki
(Suspicion) rolü ile aldı.
Keza Doris Day ile Julie Andrews'de usta yönetmen ile
yıldızlarının sette barışmadığını zannetmişlerdi, ta ki çekimler bitene kadar.
Paul Newman ile olan filminde aktör senaryoya ısınamamıştı, on dört maddelik
bir mektup ile senaryoda aksadığını düşündüğü hususları yönetmene yazılı olarak
bildirdi. Ne de olsa Actor's Studio oyuncusuydu, rolünü içselleştirmesi
gerektiğine inancı tamdı. Yanıtını ertesi sabah sete geldiğinde, bir tepsinin
içine konmuş bir puro yanında duran, daktilo edilmiş bir mektup olarak aldı.
Mektup aşağı yukarı şu sözlerden ibaretti: "Azizim Paul. Bir Alfred
Hitchcok filmi setindesin. Arkana yaslan, puronu tüttür, yaşadığın anların
tadını çıkarmaya bak".
Oyunculara verdiği talimatlara uydukları ve kendi işine
burunlarını sokmadıkları müddetçe tahammül edebilirdi. Bu kadar basitti işte.
"Başını kırkbeş derece açı ile sağa çevirip, gözlerini sola döndüreceksin,
ama dikkat et, çenen biraz yukarıda olsun" dediğinde oyuncular bundan bir
şey anlamazlardı. Ancak film ortaya çıkınca yüzün perdedeki yerleşiminin
mutlaka bir anlamı olduğunu görürlerdi. Filmler, daha çekimler başlamadan
biterdi Alfred Hitchcock için. Bu yüzden oyuncularından ne istediğini çok iyi
bilirdi.
Aşağıdaki fotoğraf 1960 yılına ait ve Sapık (Psycho)
filminin setinde çekilmiş.
Yönetmen Norman Bates rolünü canlandıran Anthony Perkins'e
hiç kıpırdamadan hem zararsız, hem de kuşku duyulması ve korkulması gereken bir
adam algısı yaratabilek için kameraya hangi açıdan görüntü vermesi gerektiğini
gösteriyor.
Perkins akıllı, söz dinliyor.