24 Kasım 2016 Perşembe

Hazret

Meraklanmaya hacet kalmamakla birlikte eğer ediyorsanız, yediği hurmalar çoktan hazreti yeniden tırmalamaya başlamıştır ve "geçiyordum, tuzağa düştüm, haksızlığa uğradım" maskesini bir kez daha takmasına yarayacak olan reva makamından dokuz tilkisini beyninin içine salmış "allem etsem, kallem etsem, ne eylesem de şu insanların rahatını kaçırsam" diyerek şakşakçılarının huzurunda toplantı odalarını arşınlamaya başlamıştır bile.

16 Kasım 2016 Çarşamba

Industrial Symphony No. 1: The Dream of the Broken Hearted

Lynch Pennsylvania Güzel Sanatlar Akademisi'nde okurken "Endüstriyel Senfoniler" adını verdiği geometrik şekillerin bir araya gelmesinden oluşan bir dizi karmaşık mozaik çalışması yapmıştır. 

David Lynch Wild at Heart filminin çekimlerini yeni bitirmiş ve çekimsonrası çalışmaları sürerken ve aynı zamanda Twin Peaks dizisinin hazırlık çalışmaları hız almışken Brooklyn Muzik Akademisi her yıl düzenlediği "New Wave Müzik Festivali"ne Lynch ile Ble Velvet'den beri filmlerinin müziklerini yapan Angelo Badalamenti'yi 1989 festivaline resmen davet eder. İkili 10 Kasım 1989 tarihinde 45 dakikalık bir performans sergileyecektir. Gösteri iki hafta sonra yapılacaktır elde olan ne varsa bir araya gelmesi en akla yakın hazırlanma biçimi olacaktır. Öncelikle ismin bir bölümü Lynch'in öğrencilik yıllarındaki çalışmalarından gelir: "Ensdüstriyel Senfoni No:1 - Kırık Kalplinin Rüyası" İkilinin Twin Peaks projesi için bir araya geldikleri Julee Cruise ile sözlerini Lynch'in yazdığı ve Badalamenti'nin bestelediği şarkılar ile hali hazırda bir albüm çalışması sürmektedir. Gösteri boyunca şarkıları söyleyecek kişi hazırdır. Yönetmenin son film projesinde yer alan Nicholas Cage "Kalp Kıran"ı, Laura Dern ise "Kırık Kapli"yi canladıracaktır. Twin Peak'de kırmızı perdeli odadaki cüce yani "The Man from Another Place" rolünde izleyeceğimiz Michael J. Anderson da kadroya alınır. 

Lynch bu çalışmasını şu sözlerle tarif ediyor: "Sahne üzerinde ses efektleri ve müzik eşliğinde bir ilişkinin sona erişi ile ilgili bir doğaçlama". İki kez sahnelenmiş gösteri Kırık Kalpli ile Kalp Kıran'ın telefon görüşmesi ile açılır. Bu kısım Cage ile Dern'ün önceden çekilmiş video kaydından oluşur. Adam kadından ayrılmaktadır. Kadın gözyaşları içindedir. Yıkılır. Yok olur ve ardından "Kırık Kalpli" Julee Cruise'un bedeninde yeniden vücuda gelir. Kadın gelinliği andıran beyaz tülden kabarık etekli bir elbise içinde sahne üzerinde süzülürken ayrılık, aşk acısı, kalp kırgınlıkları üzerine şarkılar söylerken farklı mizansenler içinde yer alır. O yukarıda şarkılar söylerken sahnede bir biri ardına endüstriyel efektler altında garip olaylar gerçekleşir; insanlar arabalara saldırır, arabalar yanar, lise mezuniyet kraliçeleri, fotoğraf çeken insanlar, nutuk atan yaratıklar, koro kızları sahnede kaos içinde bir dünya yaratırlar. Çok az prova ile gerçekleştirilen gösterinin ilk sahnelenişinde aksilikler birbirini kovalar. Geyik başlı adamı canlandıran oyuncu orkestra çukuruna düşer. Lynch daha sonra aksaklıklar için şunu söyler "ilk canlı gösterimde hiçbir şeyin planlandığı gibi yürümeyeceğini öğrendim o kadar çok ve kadar fazla şey yolunda gitmedi ki neredeyse her şey hatalıydı"

Her iki gösteri de seyircinin ve eleştirmenlerin ilgisini fazlası ile çeker ve Lynch'in bu iki gösteriden montajladığı video kaydı az sayıda basılır ve uzun yıllar boyunca sanatçının hayranları bu kayıtları el altından paylaşmaya devam ederler.


Meraklısına Linkler:

Çevirmenin Sinema ile İmtihanı


15 Kasım 2016 Salı

The Cowboy and the Frenchman

Blue Velvet filminin getirdiği uluslararası başarıdan sonra David Lynch yapımcılardan enteresan teklifler almaya başlar ancak çoğunu fazla düşünmeden red eder. "Le Figaro" dergisi 1988 yılında beş ünlü yönetmen ile "Les Français vus par..."(...'in gözüyle fransızlar) adlı bir televizyon dizisi çekme kararı almışlardır. David Lynch kendisine gelen teklife ilk başta sıcak bakmasa da, aklı kısa sürede çelinir ve "The Cowboy & the Frenchman" adlı filmin senaryosunu kısa sürede yazar ve Mavi Kadife'de beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Frederick Elmes ile çekimleri tamamlayarak 26 dakikalık bölümü hazırlar. Bu serinin içindeki her bir bölüm birbirinden bağımsız kısa film olarak değerlendirelebilir. 

Filmin konusuna gelince: Slim on üç buçuk yaşında çok yakınında patlamış bir dinamit yüzünden tek kulağı ağır işiten bir kovboydur: Günlerden bir gün arkadaşları Dusty ve Pete ile beraber çiftliğin olağan işleri ile haşır neşir oldukları esnada uzaktaki tepeden, bir adamın yuvarlanarak geldiğini görürler. Başında beresi ve tuhaf çantası olan bu yabancı, normal olduğunu düşündükleri hiçbir şeye benzememektedir. Hele ki ağzını açıp konuşmaya başladığında olan olur ve üç kafadar onun uzaylıların gönderdiği bir casus olduğuna hükmeder. O sırada Kırık Tüy adlı bir yerli arkadaşları da onlara katılır. O da böyle bir adamı daha evvel görmemiştir. Ağırbaş hayvanları yakalamak için kullandıkları kementle hareketsiz kıldıkları adamı öldürmeden, çantasını açıp içinde ne olduğuna bakmak isterler. Çantadan çıkan şişelerce şarap, baton ekmekler, Eyfel Kulesi fotoğrafı ve biblosu, Birgitte Bardot kartpostalı, salyangoz vb gibi daha önce hiç görmedikleri nesneler karşısında iyice öfkelenirler. Bu arada Pierre Fransızca olarak derdini anlatmaya çalışmaktadır. Çantanın içinde kalan son nesnenin bir tabak patates kızartması olduğunu görünce nihayet adamın bir Fransız olduğunu anlarlar. (Amerikalılar patates kızartmasına french fries - fransz kızartması der). O sırada kadillak ile ellerinde biraları ile kız arkadaşları gelir ve gece boyunca bir güzel eğlenirler. 


Öyküsünü düz biçimde anlatsa da yer yer konuya şarkıları ile dahil olan ve bu halleri ile yunan tragedyalarındaki koroları andıran kızlar grubunun anlatıma Lynchvari bir lezzet katttığı bu çalışmayı fransız ve amerikalıları tanımlamak için kullanılan bir çok klişenin ekrandaki komikleştirilmiş resmigeçidi olarak tanımlamak mümkün..

"...Gözüyle Fransızlar" adlı 5 bölümlük dizi filmin Lybch haricindeki yönetmen kadrosuna baktığımızda projenin değeri daha net biçimde ortaya çıkacaktır: Jean-Luc Godard, Andrej Wajda, Werner Herzog, Luigi Comencini.

Bu çalışmanın Lynch'in kariyeri için iki önemli boyutu olduğunu söyleyebiliriz: öncelikle televizyon dünyasının kapıları bu filmle ona da açılmıştır. Bundan sonra farklı dizi projeleri üretmiş, hüsranla sonuçlanan dizi çalışmalarından bile sinema dünyasına "Twin Peaks: Fire Walk with Me" ve "Mulholland Dr." gibi başyapıtlar armağan etmiştir. Son sinema filmini çekmesinin üzerinden 10 yıl geçmişliğine ve sinemayı bırakmış görünmesine rağmen Lynch'in TV dünyasına sadakati hâlâ tamdır. Şu günlerde, izleyicisini 25 sene önce tanıştırdığı "Twin Peaks" dünyasına geri dönmüştür ve dizinin yeni bölümlerini 2017 sezonuna yetiştirmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz aylarda web sitesinden dünyanın her yerinden hayranlarına (ulaşımm ve konaklama masrafları Lynch tarafından karşılanmak üzere) kendisi ile tanışarak dizi setinde bir kahve içme şansını yakalamalarını sağlamak üzere bir çekiliş planlamıştır. İkinci olarak ise; Le Figaro'nun projesi içinde yer alan Werner Herzog ile ahbaplığı bu vesile ile başlamış ve Lynch'in söz sahibi olduğu yapımcılığında geçtiğimiz yıllarda "My Son My Son, What Have You Done? isimli film Herzog tarafından yönetilmiştir. David Lynch hayranları söz konusu filmde sanatçının izlerini, izdüşümlerini fazlası ile bulabilirler. 



The Cowboy and the Frenchman - 1988

Yönetmen: 
David Lynch

Oyuncular
Harry Dean Stanton, 
Frederic Golchan, 
Jak Nance, 
Tracey Walter, 
Michael Horse.

Görüntü Yönetmeni: 
Frederick Elmes

Kurgu: 
Scott Chestnut

Müzik: 
Manuel Rosenthal


Meraklısına Linkler:

12 Kasım 2016 Cumartesi

İzban'ın Günlük Kaybı, İşçinin Bir Yılda İstediğinin Kat Kat Üzerinde

İlginç olan bir de şu var ki, 304 çalışanın 1900.- TL civarında gezinen maaşlarından söz ediliyor. Bu kişilerin talebi %16,5'luk artış, İzban'ın verdiği % 15. Üzerinde anlaşılamayan artış oranı % 1.5. İzban yöneticleri sonuçta fazla üzülmesin diye bol keseden hesap yapacak olur ve çalışanların ortalama maaşını 3.000 TL'den denkleme koyacak olursak: 304 çalışan için verilmeyen yüzde 1.5 TL lık artış talebi ayda toplam 13.680.- TL ediyor, Bu ise 12 ayda 164.160.- TL eder. 

İlginçtir işçiye bu rakamı vermeyen İzban yönetiminin greve yol açacak aymazlığı ile göze aldığı kayıp inanılmaz boyutlarda. 

Bildiğimize göre İzban ile günde 300.000 kişi taşınmakta. Hadi bunların yarısı para vermiyor diyelim (İzban'da ahkam kesenlerin yüzü hesap sonucunda fazla kızarmasın diye bol keseden hesaplıyorum ya). Bu durumda bile grev süresince İzban'ın kaydbı günde 720.000.- TL. Yani bu iş bilmez tutum sayesinde anlaşmazlığa konu % 1.5'luk artışın bir yılda maaşlara yansıtacağı tutarın 4 katından fazlasını bir günde kaybediyor. 

Öğrenci veya tam ayrımına girmeyip bir kalemde yolcu sayısının yarısının ücret ödemeden geçtiği varsayımına rağmen ve işçi ortalama maaşını gerçeğinden yüksek göstermeme rağmen durum budur. 

İzban yönetiminde olan kafaların bu kentin hayrına ya da işçisinin hayrına işlediğini söylemek yersiz bir iddia olur. 

Bilhassa böylesi günlerde kilit noktadaki insanların halkın apzuına saçma gerekçelerle malzeme vermemeleri çok doğru olacaktır.


11 Kasım 2016 Cuma

Toplu Taşınamıyorsanız Taksi Tutun Mantığı

İzban 304 çalışanının maaşlarına yapılacak artış oranlarını görüşmeyi 1,5 puan engeline takarak durumu krize dönüştürmeyi başardı. Çalışanlar grevde. Daha önce otobüs hatlarına el atmak suretiyle otobüsle ulaşımı kent halkına zehir eden İzmir Büyük Şehir Belediye Reisi yaptığı açıklamalarda halkın ulaşım hakkını bu kez de İzban ile sekteye uğratmış olmaktan dolayı sorumluluk, endişe ve üzüntüye benzeyen herhangi bir duyguya sahip olmadığını gayet güzel belli etmekte. İzmir'de yaşayanların yaşam kalitesinin beyefendinin öncelikleri arasında ne kadar geri planda olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Merak ediyorum şimdi, 304 işçiye yapılacak zam önüne bahaneler sıralayanlar, istasyonlardaki kapıları ve İzban hattı üzerindeki tel örgü çitleri alüminyum doğramalar ile değiştirmek gibi gereksiz olduğu kadar yüksek maliyete sahip yatırım kararını alırken nasıl bir maliyet hesaplaması yaptı acaba?


Meraklısına Linkler:

9 Kasım 2016 Çarşamba

Beğeni

Yeteri sayıda insan bir şeyi beğendiğini söylerse, beğenen sayısı hızla artıyor. Çok kişinin beğendiği şeylere kıymet vermeyenler de var, bir de uzak olduğu konulara dahi beğeni göstermek zorunda olanlar. Komşunun bıraktığı tabağın boş iade edilmeme garantisine denk beklentileri olanlar...  
Beğeninin taşıyabileceği mesaj çeşitliliği artarken, manası azaldı.

8 Kasım 2016 Salı

Soru


Köpeğin içinde bir soru, çocuklar neden benden korkuyor?

5 Kasım 2016 Cumartesi

Uğultu

Yer altından her tren geçişinde; önce derinlerden bir ses duyuluyor. ardından oturduğumuz kafeteryanın zemini titremeye başlıyor.

4 Kasım 2016 Cuma

On Beş Kitap

Hatırlıyorum eskiden mimler olurdu, sorulanların yanıtlaması bitince aynı soru bir diğer blog yazarına pas edilirdi, zincir uzar giderdi. Yorum Atölyesi'nde gördüm, üzerime aldım. Topa kendiliğimden girdiğim için ben başkasına pas atmıyorum. 

Aklımda en uzun süre yer tutan on beş kitap şöyleymiş: 

  1 - Geniş Geniş Bir Deniz - Jean Rhys
  2 - Büyücü - John Fowles
  3 - Lolita - Vladimir Nabokov
  4 - Vahşi Dedektifler - Roberto Bolaño
  5 - Düzeltmeler - Jonathan Franzen
  6 - Kan Zirvesi ya da Batıda Gecenin Kızıllığı - Cormac McCarthy
  7 - Zemberek Kuşunun Güncesi - Haruki Murakami
  8 - San Luis Rey Köprüsü - Thorton Wilder
  9 - Beş NUmaralı Mezbaha - Kurt Vonnegut
10 - Tanrı'ya Bakıyorlardı - Zora Neale Hurston
11 - Madde 22 - Joseph Heller
12 - Terazi - Don De Lillo
13 - Çelik Bilye - Jerzy Kosinski
14 - Yalnız Bir Avcıdır Yürek - Carson McCullers
15 - Anna Karenina - L. Tolstoy




Çakıl Taşları

Kayalıkların çevrelediği kuytu bir koydaydık. Arkamızda kayalıklar, kayalıkların önünde kumlu bir alan, kumların denize kavuştuğu noktada irili ufaklı, rengarenk çakıl taşları. Denize girmek isteyenlerin önce minik taşları aşmaları gerekiyordu. Çıplak ayakla bu taşların üzerinde yürümek bazıları için acı verici olabiliyordu. Taşlar, taşlar. Sonra suyun içindeki kayalar ve kayaların diplerinde adeta tedbirsizlerin ayaklarına batmak maksadıyla gizlenmiş; deniz kestaneleri. Onlar ki en çok ayak parmaklarını ve topuklarını severler insanların. Boya yakın yerlerde gezenlerin arada attıkları çığlıkların nedeni çakıl taşları değil bu deniz canlılarıydı.

3 Kasım 2016 Perşembe

Mommie Dearest: Faye Dunaway Joan Crawford rolünde

Joan Crawford Holywood'un nevi şahsına münhasır aktristlerinden biriydi. Kendi yoktan var etmeyi başarmış, dahası inişe geçtiği dönemleri her seferinde, küllerinden doğduğu dönemler izlemiştir. 

Bette Davis ile süregelen rekabetinde her atağı en gürültülü golleri atarak sonuçlandırmayı başaran taraf hep kendisi olmuştur. Mürekkep yalamış Davis, alaylı rakibesinin oyunculuğunu da, geldiği sınıfı da hor gördüğünü her daim belli etmiş ve bir türlü alt edemediği Crawford'a diş bilemekten asla vazgeçmemiştir. 

Her ikisinin de artık orta yaşlı birer kadın oyuncu olarak yeniden, beraberce küllerinden doğdukları, iki kız kardeş rolünü canlandırdıkları "Bebek Jane'e n'oldu?" filminin çekimlerinde ve sonrasında birbirlerine tahammül etmekte zorlandıklarını ele güne ayan beyan göstermişlerdir. Crawford ile çalışan yönetmenler ve teknik ekip onun çalışmalar esnasında asla kapris yapmadığı, Hollywood hiyerarşisinin en alt kademesinde yer alan görevlilere dahi asla sesini yükseltmemiş, her daim nazik davranıp, güleryüz göstermiş (bir nevi Türkân Şoray), bu haliyle de beraber çalışması kolay bir yıldız olmuştur. 

Crawford'un Bette Davis ile imtihanı bir ömür sürmüştür. İkinci imtihanı ise ölümünden sonradır asıl sanatçının. Zira kariyerine odaklanan sanatçı çocuk sahibi olabileceği yaşları geçirince bu arzusunu evlatlar edinerek tatmin etmeye çalışmış ve nüfusuna aldığı Christina, 1977 yılında kaybettiği ünlü analığına olan duygularını 1978 yılında "Mommie Dearest" adlı kitapta cümle aleme haykırmıştır. Amerikan tarihinin bugüne kadar en çok satan biyografi kitabı olması kaçınılmaz olarak Holywood'un iştihasını kabartmış ve Joan Crawford ölümünden sonra, 1981 yılında, Fay Dunaway'in suretinde beyaz perdeye düşmüştür. Kitapta anlatılan Joan Crawford çocuklardan nefret eden, onlara eziyet eden, dengesiz, sürekli aklını yitirmenin sınırlarında gezen, fettan, fitne fücur, hatta bir nevi şartefelânın tekidir. 


Franco Zeffirelli kendisine yapılan filmi yönetme teklifini Crawford'a bakışı Christina ile zıt olduğu için red eder. Başrolde oynamak üzere Crawford'un yakın arkadaşı Anne Bancroft seçilse de senaryonun arkadaşının anısına saygısızlık içeren öğelerle dolu olması sebebiyle o da oyuncu kadrodan ayrılır. Başrolü alan Dunaway Joan Crawford hakkında yazılmış ger kitabı okur ve çevirdiği bütün filmleri izleyerek rolüne hazırlanır sonrasında ise sete sabaha karşı dörtte gelerek, üç saat süren makyaj sonrasında çekimlere geçer. Faye Dunaway kitapta ne yazıldıysa aynen kamera önünde Frank Perry yönetiminde sergiler.Faye Dunaway'in geçirdiği transformasyon inanılmazdır. Crawford'a benzerliği dudak uçuklatacak türdendir. Ancak filmin çekim aşamasında canlandırdığı kişinin aksine kaba, huysuz, saygısız, sürekli başkalarını suçlayan tutum ve davranışlarıyla sette görevi olan herkesi aylar boyunca yıldırmıştır. Bir ropöstajında onunla beraber geçirdiği zamanlar hakkında filmin kostüm tasarımcısı Irene Sharaff şu ifadeyi kulanmıştır "Elbette Bayan Dunaway'in soyunma odasına girmek mümkündü, ama evvela dikkatini dağıtmak için odanın uzak bir köşesine çiğ biftek atmanız kaydıyla." 

"Tel Askılar" sahnesi sayesinde film kült statüsüne ulaşır.

Bu rolüyle Oscar Ödülü alacağına inanan Dunaway filmin beğenilmemesi üzerine dahası Paramount Stüdyosunun film "Camp Filmi" (abartılı oyunculuk sebebiyle gülünç algısı yaratan film) olarak lanse etmesi üzerine çılgına dönmüştür. Hayatı boyunca, söz konusu film hakkında iki kez ve sadece ikibinli yıllardan itibaren konuşmuş, otobiyografisinde "filmin yönetmeni keşke daha deneyimli olsaydı" cümlesi ile geçiştirmiştir. Kendisi ile yapılacak ropörtajlara bu film hakkında soru sorulmaması kısıtlamasını getirmiş, bu filme dair minik bir ima bile olsa görüşmeyi anında keserek oradan uzaklaşmıştır. 

Ne tuhaftır ki 1971 yılında yayımlanan otobiyografisinde Joan Crawford "yüzlerce yıldız adayı arasında yükselebilmek için gereken yetenek, klas ve cesareti bir tek Faye Dunaway'de görüyorum" yazmıştır. 

Diğer evlatlık Cathy Crawford kitapta yazılan anne figürünün kalbini kırdığını, annesinin öyle biri olmadığını ve kitap ile film hakkında konuşarak annesini hatırasını karalamak niyetinde olmadığını söylemiştir. 

Tel askılara gelince.... 2006 yılında yapılan Mommie Dearest: Joan Lives On" adlı belgeselde fakir bir aileden gelen yıldızın ailesinin sefaletin dibine vurduğu dönemde annesinin tel askılarla dolu bir kuru temizlemecide çalıştığı ve kendisini de annesine yardım ettiği, tel askı sesinden ömrünün sonuna dek nefret ettiği anlatılmaktadır.


Meraklısına Linkler

2 Kasım 2016 Çarşamba

Pırıltı

Güzel bir günün olmazsa olmazları, tatlı bir meltem ve denizin üzerinde yükselen Güneş.





1 Kasım 2016 Salı

Robotlar

Gerçekten ne anlatmakta olduklarına kulak verdiğimden beri insan olmadıklarını düşünüyorum. Çünkü tek yaptıkları kendileri hakkında konuşmak. Durup bir kez olsun dinlemedikleri gibi, sanki hayatlarını devam ettirebilmeleri en doğru biçimde kurulmalarına bağlıymış gibi etraflarında bulunanları mütemadiyen kullanma kılavuzlarına dair bilgi bombardımanına tutuyorlar.