30 Haziran 2014 Pazartesi

Kamera Arkası: The Deer Hunter

Filmin Konusu:
Film Pennysilvania'da fabrika işçisi üç yakın arkadaşa odaklanır. Üçü de savaşmaya, Vietnam'a gideceklerdir. Yola koyulmadan kısa bir süre önce, Steven bebek bekleyen Angela ile evlenir. Düğün bir nevi veda partisi olacaktır. Aradan çok zaman, çokça da korku geçer. Üç arkadaş artık Vietkongların elinde, esir kampındadırlar. Kampı idare edenlerin gündelik eğlencelerinden biri de esirlere rus ruleti oynatmaktır. 


Kamera Arkası:
Film 70'lerin ortalarında proje aşamasına geldiğinde Vietnam konusu Hollwood'daki önemli stüdyolar için hâla büyük bir tabuydu. Bu yüzden filmin finanse edilmesi bir İngiliz firması olan EMI tarafından üstlenildi. Universal filmin tamamlanmasına yakın bir dönemde devreye girdi.

Film için ilk anlaşılan kişi Robert De Niro oldu. Oyuncu rolüne adapte olmak için çelik fabrikasında çalışan işçilerle ahbaplık etmeye başladı. Kendine kısaca Bob dedirtiyordu, beraber o kadar vakit geçrimelerine rağmen işçiler oyuncuyu tanıyamadı. Ancak içlerinden sadece bir tanesi, Chuck Aspergen, doğal hali ile De Niro'yu  o kadar etkiledi ki onu yönetmen Michael Cİminı ile tanıştırdı. Böylece kısa bir rol olsa da , filmdeki ikinci oyuncu belli olmuştu. 


Yönetmen John  Cazale'nin kanser olduğunu stüdyodan gizliyordu. Durum ortaya çıkınca oyuncunun kadrodan çıkarılmasını istediler. Bunu üzerine Mery Streep "o yoksa ben de yokum" diyerek tavrını koydu. Bu sefer sigorta sigorta sorunu çıkmıştı, hiçbir şirket ölmek üzere olan oyuncuyu sigortalamak istemiyordu. Film şirketine sigorta garantisini De Niro yasal olarak verdi. Bu pürüzler giderilince çekimler başlamış ancak John Cazale hayli zayıf düşmüştü. Bu yüzden evvela onun yer aldığı sahneler tamamlandı.

Çekimlerde asla stüdyo ortamı kullanılmadı, çekim öncesi öncü ekip filmdeki kullanılacak yerleri bulmak için 250.000 km'den fazla yol gitmişlerdi.

Meryl Streep'in filmdeki repliklerinin çok büyük bölümü doğaçlamaydı.

Filmde bebeğin babsının kim olduğu asla konu edilmese de yönetmen Cimino 2003 yılında senaryoda yer almasa da öykü oluşturulurken bebeğin babasının Nick olduğundan hareket ettiklerini açıkladı.
  
Evlenme sahneleri yazın çekildi. Fildeki rahip, kilise korosu ve davetliler oyuncu değildi. Tek sorun olayın sonbaharda ve ağaç nüfusunun yoğun olduğu bir alanda geçiyor olmasıydı. Kameranın görüş alanına giren tüm yapraklar toplandı, sonbahar renklerine boyanarak çoğu yerlere atılırken bir kısmı da ağaç dallarına yapıştırıldı.  

Michale Cimino detaylara fazlasıyla önem veriyordu. Erkek karakterlerin cüzdanlarında çocukken birlikte çekildikleri bir fotoğraftan tutun da filmdeki isimleri ile düzenlenmiş ehliyetlerine kadar teferruat ile donanmışlardı. Fİlmin savaş ile ilgili bölümlerine gelindiğinde oyunculara çekim olmadığı zamanlarda döneme ait haber kayıtarı izlettirildi. 



Vietnam sahneleri Tayland'da çekildi. Film ekibi ve oyuncular rus ruleti sahnelerinin de çekildiği depoda konakladılar.  

Kafes sahnesinde John Savage'ın "Michael, burada fareler var!" diye çığlık çığlığa bağırdığı duyulur. Seslendiği filmdeki Mİchale karakteri değil yönetmenin ta kendisidir. Beni buradan çıkarın diye gerçekten feryad etmektedir.   

Yönetmen rus ruleti sahnesinde oyuncuları gerçekten tokatlatmıştır. Seri biçimde yedikleri tokatlardan sonra sahnenin gücü oyuncuların gerçek tepkileri yüzünden hayli rahatsız edici hale bürünmüştür  

Yine Cimino, çekimlerden önce Cristopher Walken'ı ikna ederek bir sahnede De Niro'nun canlandırdığı Michael karakterinin yüzüne tükürmesini istemiştir. De Niro'nun buna tepkisinin ne olduğunu filmde gözlemlemek mümkün.

Robert De Niro bu filmdeki rolünün kendisini fiziksel olarak en çok zorlamış rolü olduğunu, ayrıca Steve karakterini hastanede ziyaret ettiği sahneyi canladırışının da kendisini duygusal olarak en çok etkilemiş sahne olduğunu 2003 yılındaki bir söyleşisinde dile getirmiştir.
Filmin çekimi 6 ay sürmüş, ses miksajı da altı ay almıştır. Çekim aşamasında besteci Stanley Myers da bulundurulmuş ve yönetmen ondan besteyi yaparken ortamda bulunan seslerin tonlarından hareket etmesini istemiştir.

Film Berlin Film Festivali'nde ilk gösterildiğinde Sovyetler Birliğini temsilen gelenlerin tepkisini çekmiş, rus ruleti sahnesini protesto için salonu terketmiş, sonrasında da jüri üyelerinden ikisi görevlerinden çekilmiştir.

Vietnam konusuna yabancı olmayanlar filmdeki gibi rus ruleti işkencesine dair herhangi bir tanıklık ya da bilgi olmadığı ifade etmişler bunun üzerine Cimino böyle bir filmin sansasyon yaratacak bir sahneye ihtiyacı olduğunu ve aksine iddialarınd a ispat edilemeyeceğini söylemiştir.

Filmin gösterime girmesinden sonraki bir yıl içinde ABD'de rus ruleti oynayan 28 ABD vatandaşı oyunu sağ tamamlayamamıştır.




Filmin Künyesi:
The Deer Hunter - 1978

Yönetmen: Michael Cimino

Öykü: 
Michael Cimino, 
Deric Washburn, 
Louis Garfinkle, 
Quinn K. Redeker

Senaryo: Deric Washburn

Oyuncular: 
Robert De Niro, 
John Cazale, 
Cristopher Walken, 
John Savage,  
George Dzundza, 
Chuck Aspergen, 
Meryl Streep.

Müzik: Stanley Myers


27 Haziran 2014 Cuma

Marilyn Monroe Ve Patates Çuvalı Hadisesi

Senelerden 1951'dir ve Marilyn Monroe'nun isminin ya da resminin boy göstermediği gazete ya da mecmua kalmamıştır.

Sanatçı Beverly Hills Hotel'deki bir partiye göğüs dekoltesi o dönem için bile hayli cüretkâr kaçan bir tuvalet ile katılınca; kadın köşe yazarları artık hasetlerinden midir, yoksa mesleklerinin verdiği doğruyu yazma tutkusundan mıdır bilinmez; Marilyn Monroe'ya veryansın etmeye başlarlar. Hele içlerinden birinin dili de, kalemi de öylesine keskindir ki; o saat şunları yazar: "Monroe son katıldığı partideki kırmızı elbisesi içinde malesef bayağı bir kadın gibi görünüyordu. Ucuz bir şeyler, mesela bir patates çuvalı geçirse sırtına o zaman gerçek yüzünü görüp hepimiz rahatlayacağız."


Genç yıldızın hakaret sınırlarına dayanmış, dahası kavgada bile edilmeyecek bu sözleri okumasıyla minik bir çığlık atması bir olur. Çığlık atmak da kesmemiştir, ardından elindeki gazeteyi buruşturarak camdan dışarı fırlatır. Fazlasıyla içerlemiştir. Ancak gelin görün ki, 20th Century Fox, Halkla İlişkiler Departmanı, Marilyn Monroe Masası (M.M.M.) bu iğneleyici makaleyi bir sonraki haftaya baş sayfalardan başlamak için güzel bir fırsat olarak değerlendirme kararını sabahın köründe yaptıkları kriz toplantısında almıştır bile. 

Ertesi gün, tüm akla seza itirazlarına rağmen Monroe'nun sırtına, tepesine delik açılmış bir patates çuvalı geçirilir. Zira kapı gibi kontrat stüdyonun elindedir ve ne buyurulduysa Monroe onu giymek mecburiyetindedir. Stüdyonun kıdemli fotoğrafçılarından bir tanesine değişik pozlar verir Marilyn. Fotoğraflar bütün mecmua ve gazetelere servis edilir. Ertesi hafta tüm yazılı basının ön sayfasında Marilyn Monroe ve patates çuvalı vardır. Elbette paçavraların içinde bile, binlerce dolarlık elbiselerin içinde olduğu kadar güzeldir, alımlıdır, cazibelidir ve ışıl ışıl gülümsemektedir.


26 Haziran 2014 Perşembe

Necronom, Bolaji Bodejo, Jones ve Mona Lisa Gülümsemesi

Necroronom IV 
Hayli başarılı bir ilk film olan "The Duellists" ile sinemaya adım atan Ridley Scott "Alien" isimli filmin senaryosu stüdyo tarafından eline tutuşturulunca bu filmden büyük bir iş çıkacağını sezmiş. dahası filmde dizayn edilecek geleceğe dair öngörülerin gerçekçi olması gerektiğini çok iyi anlamıştı. Bilhassa yaratığın inandırıcı olması için arayışa girdi. 

H. R. Giger'ın Necronom serisinin dördüncü tablosunu görür görmez bu filmin görselliğine katkıda bulunacak sanatçıyı bulduğunu anlamıştı. 1979'dan 2012'ye kadar çevrilen tüm Alien filmlerine aiağıdaki tablo izini bıraktı. Giger'ın ilk filmdeki set dizaynı ürkütücü olduğu kadar merak uyandırıcıydı. Sanatçı o güne kadar biriktirdiği ne kadar imge varsa ilk yaratık filmine koydu.



Bolaji Bodejo
Bolaji Badejo, ilk filmde yaratık kostümünü giyen adamın ismiydi. Aslında sinema ile profesyonel olarak alakası bulunmayan bir grafikerdi. Filmin yapım ekibinde yer alan kişilerden birinin sürekli gittiği bara takılırdı. İki metreyi aşan boyu ile hemen dikkat çekti. Rolü kabul etmesi üzerine vücuduna esneklik kazandırmak, filmin gerektirdiği ağır hareketleri sergilemesini sağlamak için bir kaç ay stüdyo tarafından Tai Chi kurslarına gönderildi. Hala izlenen bir film olduğuna göre, sonuç başarılı diyebiliriz.



Jones
Jones uzay gemisindeki kedinin adı. Dost canlısı, sevimli bir kedi idi, önemli bir sahnede rolünü yapması yani Yaratık'a tıslaması gerekiyordu. Hayvancağız, bir türlü istenen tepkiyi vermeyince sahnede bir alman kurdu kullanıldı. Karşısındaki iri hayvanı gören kedi gerdi sırtını, tüyleri dimdik vaziyette bir tısladı ki... ne tıslamak.


Mona...
Yönetmen Ridley Scott ile Sigourney Weaver final sahnesinden önce son hazırlıkları yaparken. Bayan Weaver henüz Ripley rolünün yıllarca sırtına yapışacağını bilmiyor; bürünmüş astronot giysilerine, kondırmuş dudaklarına belli belirsiz bir Mona Lisa gülümsemesi... 



25 Haziran 2014 Çarşamba

Dublör

Martin Scorcese'nin yönettiği Taxi Driver 1976 yılının en ses getiren filmlerindendi. Şiddete eğilimi giderek artan, ilişkilerinde uyum sorunu yaşayan ve akıl sağlığını yitirmekte olan bir taksi şoförünün bir çocuk fahişeyi zor hayattan kurtarma amacı ile kalkıştığı kıyımı finaline taşıyan bu filmden iki yıldız çıktı: Robert de Niro ve Jodie Foster.

Foster film çekildiğinde 14 yaşındaydı. Beş yaşından beri televizyon dizilerinde ve sinema filmlerinde yer alıyordu ancak bu film ile yıldızı parladı. Şaşırtıcı bir oyuncu ve yönetmen olarak sanat hayatını sürdürmekte. Başlıktaki ifadeye döneceğim şimdi müsadenizle, Taxi Driver Jodie Foster'ın Martin Scorcese ile ikinci filmiydi, (İlki Alice doesn't Live Here Anymore) bu filmde çocuk bir fahişeyi canlandıracaktı ve çıplak sahneleri vardı. Ona çok benzeyen bir dublör bulmak gerekiyordu. Ancak bunun için ne fazla vakit kaybetmeye, ne de uzaklara gitmeye gerek yoktu. Zira sanat alemindeki adı Jodie olan genç kızın ona çok benzeyen bir de ablası vardı: Connie (Constance Elizabeth) Foster. Connie Jodie'ye aynı yıl iki filmde dublörlük yaptı. İkinci filmin adı The Litlle Girl Who Lives Down the Lane idi.

Aşağıda Foster kardeşleri soyunma odalarında, Taxi Driver filminden bir sahnenin çekimi öncesinde beklerken görüyorsunuz. Acaba hangisi Jodie, Hangisi Connie?


Bu Kadın Ne Yapıyor?

İpucu veriyorum: sene 1946.


20 Haziran 2014 Cuma

Nasihat

Şu şöyledir, bu da böyledir tonlarındaki hayat dersi verme çabalarını genel olarak sevimsiz, ifade biçimi olarak fazla iddialı, özünde ise hayli mantıksız buluyorum. Herkes kendi hayatından kendi dersini çıkaracak, ya da çıkaramayacak. Ömrü billah bir baltaya sap olamamış bücürlerin sevimsiz nasihatlerini kim ne yapsın.


17 Haziran 2014 Salı

Sabır?

Her köşeye sıkıştığında "Sabrımızı test etmesinler" diyen zat-ı perişan aşağıdaki soruyu her aynaya baktığında kendisine sormalı:

"Bu neyin kafası?"


13 Haziran 2014 Cuma

Ciddiyet, Tutarlılık...

Türkiye Cumhuriyeti'ne ait bir yer olması nedeni ile pek de uzun olmayan bir süre önce Süleyman Şah Türbesi üzerine hükümetimizin ve yandaş medyagülleri saz heyetinin kopardığı tantanayı, dahası kapalı kapalı kapılar ardında devletin ileri gelenlerinin kayıt yüzü görmüş cin kulis çalışmasını anımsatayım dedim. Büyük elçilik basıldı, Dışişleri Bakanlığı sessiz. Hayırdır, Konsolosluğumuz bize ait değil miydi? Kirada mıydık?


Ciddiyeti ve tutarlılığı gel de arama!

Süleyman Şah Türbesi

12 Haziran 2014 Perşembe

Anımısıyor musun Minik Balık, Mayıstı Hani?

Hadi o ayı anımasayamadın diyelim. Peki tekmeyi de mi unuttun?
Hani o canı bol tekmeyi. Hani danışman çocuğun kendini savunmak için
can-havliyle
can-ı gönülden
can-siperane
can-ı burnunda
can-ını korumak için attığı tekmeyi...


Unuttun değil mi seni gidi yaramaz?  

Peki danışman adamın gözündeki "insanım ben, insanoğlu insan!" diye haykıran bakışları, ya da yüzündeki insancıl, sevecen ifadeyi. Onları da mı unuttun? Buyur bak o zaman. 


Sen de haklısın unutmakta sevimli minik balık. O kadar çok şey oluyor ki hangi birini anımsamalı. Birni aklında tutsan öbürüne yetişemezsin. Hem zaten Soma faicası henüz patlak vermişti, yarası tazeydi. Acılara en güzel unutarak katlanır insan. Unutmak için bir neden gerekliydi. Belki de birden çok neden gerekliydi. 

Unutasım geldi. Hadi o zaman sıçrayayım zamanda biraz, daha ileriden anımsar gibi yapayım. 

Soma faciası, tekme, TÜBİTAK raporunu unutturma görevi "Bayrak İndirme" hadisesine ait olabilir miydi? Böylece Erdoğan "O bayrağı indiren.... " diye gürleyerek oy kapabilir miydi? Sesinin kısık olduğu zamana denk gelseydi gürlemeyi başaramayabilirdi, ama hoş bir anı olarak onu da unutabilirdik ama neyse sesi kısık değildi, iyi geldi bayrağa saygısızlık edeniz azarlayan tututumu. Tam bunları unutacakken minik balık çok değerli Dış İşleri Bakanı'nın "kontrol altında" dediği Büyükelçilikteki görevliler; yetkili ağızdan çıkan itimat telkin eden sözlerin üzerinden henüz daha yirmi dört saat geçmemişti ki "kontrol altına" alındılar. Bu ahval ve şerait altında tekme olayı içinde bulunduğumuz deney akvaryumundakilerin hafızasında ne kadar kalabilecekse o denli kaldı minik balık. Sen yüz. İki dal, çık. Olmadı su çırp yüzüne, unut bunları minik balık. Daha önümüzde yaşanacak serin mi serin, kocaman mı kocaman bir haziran ayı var. Unut gitsin. 

11 Haziran 2014 Çarşamba

Asfur

Asfur Arapça'da kuş anlamına gelen bir kelime. Şimdilerde ise Eylem Şen'in yönettiği bir belgesel filmin adı.


Film Antakya, İstanbul, İzmir'de yaşayan suriyeli mültecilerin ülkemizdeki ayakta kalma mücadelelerine tanıklık ediyor. Hangi şartlarda ülkelerinden göç etmek zorunda kaldıklarını, ülkemizde hangi şartlarda konakladıklarını, hepsinden önemlisi içlerindeki o belki de bir kaç kuşak boyu dinmeyecek korkuya şahitlik ediyor. Pis suriyeli buraya geldiler bizi işimizden ettiler, seçimlerde sahte kimlikle oy kullanacaklarmış, devlet bunlara aylık maaaş bağlamış iddialarının öbür yönünü perdeye aktarıyor. Bunlar filmin artıları. 

  

Filmin eksileri ise yardım kuruluşlarındaki görevli iki kişi dışında, sokaktaki insana kamerya çevirmemiş olması, 
Boğaz tokluğuna bile denmeyecek ücretler ile ülkeye yığılmış iş gücünün bu ülkenin gerçek vatandaşlarının işlerini kaybetmesi yönünde bir tehdit oluşturduğu ve işini kaybedenlerin suçlayabilecek insan olarak sadece suriyelileri görüyo olabileceğinin filmde satır aralarında kalması,
Suriyeli kadınların bilhassa Antakya'da kuma sayısında patlama yaşanmasına sebep olması, vatandaşlarımızın ikinci, üçüncü eşlerini almaya başlaması, Türk kadınlarının da bu işin suçlusu olarak görmeye başlaması tehlikesinin filmde yer almaması. 

Bilhassa ilk saydığım, sıradan Türk insanının görüşlerinin filmde bulunmayışı belgesel filmin tarafsızlığını zedeliyor. 

Yinede film, farkındalık yaratması, mültecilerin yaşam koşullarına odaklanmasındaki mesafeli tutumu ile oldukça başarılı.

Filmin finalde, Kardeş Türküler'in de seslendirmiş olduğu Marcel Khalife'nin yazdığı Asfur'un şiirine yer veriyor. Filistinli mülteciler için yazılmış olan bu şiir/şarkı suriyeki mültecilerin de kalplerinde yer alana ışık tutuyor. 

Asfur

Bir kuş göründü penceremden
Nunu dedi,
Sakla beni yanında,
Ne olursun sakla.

Dedim hangi diyardansın
Dedi gökyüzü benim sınırım
Dedim nerden geliyorsun
Dedi komşu evinden.
Dedim korkun nedendir
Dedi kırık bir kafestendir.
Dedim nerde tüylerin
Dedi tarumar eden zamandır.


Bir damla yaş süzüldü yanağından
İndi yere destek alıp
İncinen kanadından,
Dedi gitmem lazım, ama kalmadı dermanım.

Dedim korkma!
Güneş ha doğdu ha doğacak.
Baktı ormana
Gördü, ışıldayan kudretini özgürlüğün
Gördü kanatlarını açılırken
Görkemli kapının ardındaki ormanı gördü 
Hür kanatlarıyla uçarken 




Asfur - 2014 - Türkiye
Belgesel Film
Yönetmen: Eylem Şen

Meraklısına Sazlı Sözlü Notlar:

10 Haziran 2014 Salı

Kaptan Swing Konuşuyor!

Hikâyeyi dinledin. Peki kuzum, neler canlandı muhayyilende? Vaktimiz bol. Hadi, anlat Kaptan Swing!...


9 Haziran 2014 Pazartesi

Kozbeyli

"...Yedinci fırkaya bağlı bir takım asker de Yeni Foça'ya girdi aynı gün. İkindiye kadar Kozbeyli'den, Çakmaklı'dan ve civardaki köylerden getirilen insanlar toplandı Yenifoça'ya. Zabit gelenlere baktı önce. Sonra bağırarak emretti:

‘‘Müslümanlar bu tarafa... Hıristiyanlar bu tarafa...’’

Kısa süren bir uğultudan sonra sesi ikinci kez yükseldi:

‘‘Müslümanlar evlerine gitsin.’’

Kalabalığın yarısı dağıldı, Tahir ayrılmadı meydandan.

Mülazım tekrar emretti:

‘‘İstikamet Menemen... Marş!’’

Kadınlı erkekli kalabalık ilerlemeye başladı. Tahir arkadan izliyordu. Sıraların içinde Maria'yı gördü. Ağır ağır yürüyordu kız. Yaklaştı, baktı... Buz gibi bir ifade vardı yüzünde. Korkudan eser yoktu!

Yüz metre kadar daha yürüdü Tahir. Ne yapacağını bilmiyordu... İçindeki fırtınayı durdurması olası değildi. Aniden fırladı ve kafileye yöneldi. Kalabalığa girdi; kendine yol açıp ilerlemeye çalıştı.

Tüm gücüyle bağırıyordu:

‘‘Maria! Maria!’’

Kadın geri dönüp baktı. Şaşırdı. Neden yapıyordu bu işi? Canını tehlikeye atıyordu! Neden?

Bağırdı Tahir:

‘‘Maria... Uzat ellerini bana!...’’

İradesi dışında uzattı ellerini. Tahir tuttu ikisini birden. Hızla sıranın dışına çıkardı. Atın üstündeki zabitle göz göze geldiler. Adam hiçbir şey demedi!

Bu kez daha hızlı çekti. El ele koşmaya başladılar. Meydandaki atın terkisine bindirdi kızı. Üzengiden yükselirken hayvana seslendi:

‘‘Haydi kızım... Doğru Kozbeyli'ye!’’

Kocakayalar'dan denize baktılar. Taa uzaklarda Midilli'nin silueti görünüyordu, belli belirsiz..."   


Büyük Ayrılık - Kemal Anadol
Doğan Yayınları - 2003

7 Haziran 2014 Cumartesi

Talip

Evvela bizler gibi misin?
Gözün, dişin takma mı?
Koltuk değneklerin var mı?
Göğsün, kasığın yapma mı?
Kolunda kanca, dişlerinde tel var mı?

Kopuk yerlerin dikişli mi? Nasıl yani, hayır mı?
Madem öyle, neden verecekmişiz istediğin şeyi sana
Yeter ağladığın
Aç avucunu
Nasıl yani boş mu? Al sana bir el.

Doyurmak ve alevlendirmek,
Fincanlarca çay getirmek, baş ağrılarını gidermek,
aklına ne gelirse yapmak için
güvenceyi yan cebe koyup
şununla evlenir miydin?

En sonunda bir başparmak kapatsın diye gözlerini
ve eriyesin diye kederinde
sermayeyi yüklüyoruz yeniden tuza
bak işte çırıl çıplaksın
Peki ne dersin bu giysiye

Simsiyah, biraz da kaba, ama durmadı sanki fena
Evlenir misin şununla?
Su geçirmez, parçalanmaz, denesene bir defa
Yol vermez alevlere, dayanıklı bombardımana
İnan üstünde kalır girdiğinde mezara

Şimdi - kusura bakma - sıra geldi boş kafana,
marifetliyimdir bu hususta,
Haydi, dök içini tatlım korkma.
Peki ya ne dersin buna?
Beyaz bir sayfa açmaya.

Yirmi beş yılda gümüş olur bu kadın,
ellisinde altın.
Taş bebek olur, dört döner etrafında
dikiş diker, yemek yapar,
konuşur da konuşur, konuşur da konuşur.

İşe girer çalışır da, ne var büyütülecek bunda.
bir delik var şuranda, her derde devadır.
bir gözün var buranda, o da rüyadır.
Ah evladım, vardın çalacağın son kapıya

Söyle evlenecek misin şununla? Evlen, evlen, evlen.


Sylvia Plath ‘The Applicant’ adlı şiirinden çeviren D. M. 


Resim: Cindy Song  
Interpretation #2 - Sylvia Plath
(Ahşap üzerine, tebeşir, suluboya ve 

tükenmez kalem kullanarak yapılmış)