19 Şubat 2013 Salı

Bitmeyen Aşk


Pınar Kür, Nilgün ile Sinan’ın üzerinden bir aşka dair dile getirilebilecek her şeyi bir romanda anlatmayı planlıyordu. Çalışmasını bitirdiğinde, eseri 1986 yılında yayınlandı. 

İki genç; tanışırlar, aşık olurlar, sevgili, eş, olurlar, aldatmalar gelir başkaları ile ilişkiler gelir ama bir türlü ayrılmayı beceremezler, söze arada yazar da karışarak ikiliyi birbirine doğru itekler arada. Ama aşkın sonunda ne olduğu seneler sonra, kendisi ile Mine Söğüt tarafından yapılmış bir nehir ropörtaj yayınlandığında, daha kitabın adında, bir kez daha altı çizilerek söylenir: "Aşkın Sonu Cinayettir". Romanı beğenenler olduğu kadar, bunca laf kalabalığına gerek olmadığını öne sürerek beğenmediğini ifade edenler de olmuştu ancak görünen şudu ki kitap o dönem için hayli ilgi çekmiş ve başarılı satış rakamlarına erişmişti. 

Bitmeyen Aşk romanının ilk 5000 adedi tükenince hemen ikinci baskı yapıldı o da tükenmek üzereyken yazarının bile aklına gelmeyen bir şey oldu. Kitap toplatıldı. Yazar ve yayıncısı mahkemeye çıkartıldı. Sonunda kitapta cinsel ilişkinin betimlendiği cümlelerin çıkartıldıktan sonra yayınlanmasına izin verildi. Sakıncalı satır ve kelimelere siyaha boyanarak okurlardan gizlendi. Ancak yayıncı burada bir hinlik yaparak, kitabın sonuna mahkeme kararını ekledi, orada hangi sayfadan hangi kelime veya cümlelerin çıkartılması gerektiği yazılıydı, okur, sansürlenmiş noktaya geldiğinde mahkeme kararının olduğu sayfadan, sansüre takılan kısmı okuma şansına erişti. “Asılacak Kadın” da eş zamanlı olarak aynı akıbeti paylaştı, yasaklandı. 


2013 yılında olan bizler ise hala bir takım gariplikler ile karşılaşıyoruz. Birileri yazıyor, diğerleri bu yazılanların üzerini karalamak için ellerine geçen fırsatları mutlaka değerlendiriyor. Geçtiğimiz hafta Cuma günü bir arkadaşım yazdığı bir öyküyü kimseler kaptırmamak istediği için noterde onaylatmayı denedi. Hayli enteresan bir olay örgüsüne sahip öyküsündeki ana karakterlerden bir tanesi küfürlü konuşan bir kadındı. Yazıyı güçlendiren de o karakterin konuşma biçimi idi. Noterde arkadaşımın öyküsü elden ele geçmiş, giderek noter çalışanlarının tamamı bizimkinin yazısının etrafında beğenmez gözlüklerle bir kağıda bir gözlük üzerinden arkadaşıma bakar olmuşlar. Nihayetinde bir tanesi böyle küfürlü bir azıyı onaylamayı uygun bulmadıklarını ifade etmiş. Arkadaş olaya karşı içindekileri elbette kusacak bir tip, ama o an ortamı terk etmek durumunda kalmış. 


Yaşadığı sansür olayı sanırım Pınar Kür’de yazma isteğini örseleyen bir etki yaratmış olmalı ki uzunca bir süre yazar olarak üretimini bıraktı, ya da yazdıklarını okur önüne çıkarmadı. Ancak çevirmen olarak Türk kitaps severleri ülkemizde daha evvel tanınmamış birkaç isimle tanıştırdı bu dönemde. Bunlardan bir tanesi de Jean Rhys.


8 yorum:

  1. noterlerde böyle bir yetki var mı yahu..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Noter kendisinde olsun ya da olmasın yetkiyi kullanmış sonuna kadar :)

      Sil
  2. A. ile konuşamadım o gün, demek bunlar olmuş ha. Ya zaten menyak bi kurum noterlik, benim timaş'ın çaldığı roman çalışmamı da onaylamadılar, o yüzden mail ile gönderme safdilliğini göstermiştim! Bu olayı konuşalım bir ara hep birlikte.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok tuhaf bir ülkede yaşıyoruz vesselam :( Senin başına gelen çok korkunç bir şey, o yayınevini her fuarda görüşümde senin olay aklıma geliyor sinir oluorum

      Sil
  3. en sevdiğim aşk romanlarından bu.
    ama en sevdiğim bir gün tek başına, vedat türkali.

    bence öykülerin çalınması alınması filan hiç önemli değil.
    yazan biz olduktan sonra isteyen alsın kendisi yazmış gibi yayınlasın. yazdığımızı bizim bilmemiz yeterli. başka öyküler kitaplar yazarız nolcak ki. elbette fikir eserlerine saygı, emeğe saygı filan, doğru tabii, öyle olmalı. ama yazan kişinin derdi sadece yazmaktır. o yazar üretir, eserini kim çalmış, kim yayınlamış, ilgilenmez. bunlarla ilgilenmeye zamanı olmamalı. o konulara da başkaları baksın. yazarin bu konularla işi olmaz.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Koskoca bir müzik endüstrisi artık inkar üzerine kurulu. Sanatçılar seircilere şarkılar yazıp söylemek için mi var yoksa kayıtlar yapıp satmak için mi? Aynı senin yazarların varlığını sorgulaman gibi. Ancak korsana mani olamadılar, korsan hep vardı. Yayılması bu kadar kolay değildi, evlerde çoğaltılan kasetler dikkat çekmiyordu. Konuya ilk uyanan bu olaya yasal zeminde karşı duran madonna oldu. Artık konserlerinden albümlerinden kazandığından fazla para kazanıor, fanlarına albümlerindeki şarkılarının farklı versionlarını ücretsiz dağıtıyor. Radiohead, Coldpla, Daftpunk gibi gruplar da bu işe ilk uananlardan.

      İş sadece korsan işi değil dinleyici müziğine kolayca ulaşmak istiyor. Beğenmezse atıyor gitsin sıradaki gelsin.

      Malesef bizdeki yayıncılar hala, yazarı ve okuru sömürmenin peşinde...SOn yıllarda kitap sayısında yaşanan patlamaya rağmen yayın ajanslarıı yok denecek kadar az sayıda. Kimse karından gıdım taviz vermek istemiyor. Orijinalini Amerikadan getirttiğin kitap kargo dahil Türkiyede basılı versiyonundan ucuza geliyorsa bu işte bir değil bir çok anormallik var demektir. E kitap dilimizde yayılmadı, özellikle baltalanıyor gibi müzik ürünleri gibi elden ele yayılıp cici fahiş karlarından ödün vereceklerinden ürküyorlar hazretler. Sözüm yazarlara değil, aç gözlü aınevlerine elbette.

      Sil
  4. Korsan yayın basıp piyasa sürerek bu işin çözümünüde bulunca yayın evleri kimsenin gıkı çıkmaz oldu. Dünya üzerindeki tüm işlerde olduğu gibi az kazanan, sömürülen her zaman ilk el, imal edendir. Kazana ise pazarlayan!
    Tüm bunlardan utanmak, şaşkınlıkla izlemek ise bize düşüyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet vergiyi de yan ceplerine koydular. Olan tük okuruna oluyor.

      Sil

Yorumlar