17 Ocak 2013 Perşembe

Pi'nin Yaşamı

(Aşağıdaki yazı filme dair "spoiler" içermemektedir.)

Yann Martel ile tanışmam 2011 yılında okuduğum "Beatrice ve Virgil" isimli romanı ile oldu. Bir eşek ve maymun üzerinden holokaustu anlatmayı deneyen bir kitaptı. Yazarın, okuyucuyu kitabının içine fark ettirmeden çekmesi ve merak unsurunu ayakta tutan kurgu tekniği hoşuma gitmişti. Kitap yayınlandıktan sonra, karakterlerden bir tanesinin yazdığı tiyatro oyunu metni üzerinden topa tutulmuştu. Bu bölümün Godot'yu Beklerken'e olan benzerliğinin altı çiziliyordu. Bu eleştiri yağmurunu haksızlık olarak gördüğümü belirtmeliyim, romanın içindeki tiyatro metni tam da o ölü hayvan doldurma işine kendini adamış roman karakterinin yazacağı türden bir metindi. O adamın karakterini yansıtıyordu. Fabl özellikleri taşıyan bu romanı yazan Martel'in bir de "Pi'nin Yaşamı" isimli, ödüllere boğulmuş, otuz dile çevrilmş, milyonlarca satmış bir romanı olduğunu sonradan öğrendim. Romanın bir kurtarma sandalında yanında bir bengal kaplanı ile Pasifik Okyanusu'nu geçmeye çalışan buluğ çağındaki bir çocuğu anlattığını öğrenince ilgim söndü. Daracık bir alanda, bir kaplan ile çocuk arasında geçebilecekler ilgimi çekmedi. Unutup geçtim. 

Resim: Life of Pi - Tomar Hanuka 


Romanın sinemaya uyarlandığını ve Ang Lee'nin filmin yönetmenliğini üstlendiğini duymuştum, geçen ay vizyona girince önce unuttuğum romanı okuyup, ardında filmi izlemeyi tercih ettim. Roman fabl özelliklerine sahip, Hemingway'in "İhtiyar Adam ve Deniz"ini andırıyor biraz, bir de Anne Rice'ın "Vampirle Görüşme" romanının ropörtaj bölümünü andıran bir yapı üzerine inşa edilmiş. Almış olduğu övgüleri hak etmiş bir roman.    Dahası ikinci kez okunabilecek kitaplardan. 


Ang Lee'nin "Hulk" haricindeki filmlerini sevmiştim. Life of Pi'yi kitabı okuduktan sonra daha çok merak ettim. Yann Martel büyüleyici bir dünya yaratmıştı, büyük ekranda kitabın izlerini daha fazla gecikmeden aramalıydım. 


Film jeneriğinden başlayarak izleyicisini içine alıyor ve finale gelip de yazılar akmaya başladıktan, dahası salondan çıktıktan sonra bile yakasını bırakmıyor. İlk baştaki renk ve doğa cümbüşü film boyunca sürüyor. Oyuncular arasında Gerard Depardieu'nun da olduğunu görünce bir an aklımdan "Yine mi Depardieu?" sorusu geçmedi değil. Büyüklüğüne büyük, iyi oyunculuğuna iyi oyuncu ama artık her filmde olmasından sıkıldım itiraf edeyim. Ancak film ilerleyip de "aşçı" rolünde onun olduğunu görünce, endişem ortadan kalktı. Bu efsanevi oyuncunun filmdeki rolü iki dakika bile sürmüyor. Ancak finale geldiğinizde bitmeyen filmlerden "Life of Pi" ve tam da orada, hiç gözükmemesine rağmen Depardieu aklımızda kaldığı kadarı ile, olanca gerçekliği, acımasızlığı ve azameti ile ekranı kaplıyor, büyüyor da büyüyor.  



Ang Lee'nin filmi kitaba ihanet etmiyor, ruhunu olduğu gibi korumuş. Kitapta olmayan bir karakter ilave edilmiş ve bir kaç karakter de filme alınmamış. Görsel bakımdan çok etkileyici. Bu güne kadar izlediğim en iyi üç boyutlu film. Diğer izlediğim 3D filmlerde bu özellik gereksiz bir oyuncak gibi sırıtırken, bunda filmin her anına hizmet eden bir öğe olarak kullanılmış. Öyle ki bu filmi iki boyutlu izlemek yazık olur diye düşünüyorum. 


Pi'nin konusundan, sırrını ele vermeyecek biçimde bahsetmek gerekirse; Piscine adlı bir çocuğun üzerinden hayvanat bahçesi işleten ailesinin - anne, baba ve erkek kardeşi Ravi - hayatlarını değiştirme çabası dile getiriliyor. Hintli aile sahip oldukları hayvanları satacak ve Kanada'ya yerleşecektir. Hayvanları ile bindikleri japon yük gemisi, karşılaştıkları ilk fırtınada batar. Piscine ve kaplanı Richard Parker, okyanusun ortasında sığındıkları 8 metre uzunluğundaki kurtarma sandalında aylarca ölüm kalım savaşı verirler. Çocuk hayatta kalabilmek için kaplanı tok tutmalıdır. Daha en başından çocuğun kurtulacağını biliriz. 

"O sabah ufuk bir yana yatmıştı, dudaklarım ise gülümsemeyle öbür yana.""Sağlıklı bir hayvandan daha tehlikeli olan tek şey, yaralı bir hayvandır."

"Korkuya ilgili bir şey söylemem gerek. Yaşamın tek gerçek rakibidir. Yalnızca korku hayatı yenebilir. Zeki, kalleş bir düşmandır, bunu çok iyi biliyorum. Namussuzdur, hiçbir kanuna ya da geleneğe saygısı yoktur, merhamet nedir, bilmez. Bulmakta hiç zorluk çekmediği en zayıf noktanızdan vurur sizi. İşe her zaman zihninizden başlar. Kendinizi sakin, güvenli ve mutlu hissettiğiniz bir anda. Sonra ılımlı bir kuşkunun kılığına bürünerek, tıpkı bir casus gibi beyninize süzülür. Kuşku inanmayışla karşılaşır ve inanmayış onu dışarıya atmaya çalışır. Ama inanmayış az silahlı bir askerdir. Kuşku onu kolayca alt eder. Endişelenmeye başlarsınız. Mantığınız sizin için mücadele eder. Güveninizi yeniden kazanırsınız. Mantık en son teknolojik silahlarla donanmıştır. Ama inanılmaz gibi görünse de, üstün taktiklerle ve yadsınmaz zaferlere karşın, mantık tuzağa düşürülür. Kendinizi giderek zayıf ve kararsız hissedersiniz. Kuşkunuz dehşete dönüşür."

Kitap da film de inanca dair bir macerayı dile getiriyor. Piscine hem müslüman, hem budist, hem hristiyan. Babası ona "din karanlıktır" derken, annesi "bırakalım o kendi yolunu bulsun" diyor. Neden inanıldığı ve neden inanılmadığı Pi'nin başına gelenler ve sonradan anlattıkları etrafından şekilleniyor. 

Martel'in kitabı yayınlandıktan kısa bir süre sonra intihal söylentileri de almış yürümüş. Brezilyalı yazar Moacyr Sciliar'ın 1981 yılında yayınlanan "Max and the Cats" isimli kitabının konusuna benzerliği dikkatlerden kaçamamış. Max ve Kedileri isimli kitapta İkinci Dünya savaşı sırasında bir Alman ailesinin sahibi oldukları hayvanat bahçesindeki hayvanları satmak ve yeni bir hayat kurmak üzere çıktıkları okyanus seferi sırasında bindikleri geminin batması, sonrasında Max'ın Jaguar'la birlikte okyanus ortasında kapana kısıldığı kurtarma sandalında yaşadıkları anlatılır. Martel ropörtajlarında Brezilyalı yazarın bahis konusu kitabından haberi olmadığını öne sürmüş olsa da Pi'nin sayfaları arasından Moacry Sciliar'a vermiş olduğu "hayat kıvılcımı" için teşekkürlerini sunmuş olması yanıtının gerçeği yansıtmadığı gösteriyor. 

Ancak Martel'in kitabı sadece Max'ın öyküsünden ibaret değil. Filmi izlemeden ufacık bir sandaldaki kedi fare oyunu diye düşünülmemeli. Filmi izlediğinizde gördüklerinizi değil görmediklerinizi de sorgulayacağınıza eminim. Film her anında muazzam  görselliğe sahip, dahası müthiş, abartısız, sade, ancak iyi oyunculukla altından kalkılabilecek finale geldiğinizde o ana kadar zengin boyutları ile gördüklerinizin gerçekliğini sorgulamaya başlıyor ve filmden çıktıktan sonra aynı filmi bir kez de kafanızda canlandırmayı deniyorsunuz. Bu hali ile bu film için söylenebilecek tek şey var: "Müthiş"



Life of Pi - 2012
Yönetmen: Ang Lee
Senaryo: David Magee (Yann Martel'in romanından )

Oyuncular:
Pi: Suraj Sharma
Yetişkin Pi: Irfan Khan
Pi 12 yaşında: Ayush Tandon
Pi 5 Y yaşında: Gautam Pelur 
Anne: Tabu 
Baba: Adi Hussain
Aşçı: Gerard Depardieu
Denizci: Jian-wei Huang

Müzik: Claudio Miranda

Meraklısına Linkler:



5 yorum:

  1. biz de bugün gidiyoruz efendim.
    18.45 seansına biletleri aldık bakalım. :)
    kitap çok güzeldi bakalım filmi de beğenecek miyiz?

    YanıtlaSil
  2. harika bir filmdi. Çok azı vardır ki, bittikten sonra hala düşündürebilsin bir insanı bu kadar. izlediğim gün üzerinden kaç gün geçti, hala aklıma düştükçe düşünmeye meylediyorum içindeki anlamları.

    dolu dolu bir filmdi. böylesi ne güzel...

    sevgi ile,
    luna.

    YanıtlaSil
  3. sayende filmden haberim oldu yıllar önce okuyup çok beğenmiştim sağol.

    YanıtlaSil
  4. Bu filmi bir tanıdığım izlemiş ve çok beğenmişti. 3 boyutlu özelliği ile de çok bağdaştığını söylemişti.Görselliğinin kuvvetliliğinden sen de bahsetmişsin.Bu ben de izlemeliyim demek.

    YanıtlaSil
  5. Hayran kaldığım bir filmdi. Hatta son zamanlarda hiç bu kadar etkilenmemiştim bir filmden. Kitabını okumayı da çok istiyorum.

    YanıtlaSil

Yorumlar