10 Ocak 2013 Perşembe

"Bakmak ve Görmek"


Ortaokuldaki  edebiyat dersi kitaplarımdan bir pasajın başlığı yer etmiş kafamda:  “Bakmak ve Görmek”. Geçenlerde hafızasına güvendiğim bir arkadaşıma;
Yanılıyor, dahası saçmalıyor olabilirim ama bu başlığa sahip yazıyı anımsıyor musun?” diye sorduğumda, duraksamaksızın;
Biz her tür saçma sapan travmanın arasında bir de bu yazının ağırlığı altında ezilen bir nesiliz Vladimir, arasıra saçmalamızdan doğal ne olabilir?” karşı sorusuyla yanıt verdi bana. Yazıda neye bakıyorsak onu görebildiğimizin, bakmanın aslında görebilirliğimizi olumsuz yönde etkileyebildiğinin anlatıldığını ilave etti ardından. Arkadaşımın açıklamaları anlamsız gelebilir konuyu ilk kez düşünenlere, fakat ben onun söylediklerinde doğruluk payının hayli yüksek olduğuna inanıyorum.

1960’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde bir üniversitede “Görünmez Goril Deneyi” adı verilen bir deney yapılıyor. Amaç algıda seçiciliğin görmemizi ne ölçüde etkileyebileceğini test etmek. Aynalar ile çevrilmiş bir sahada basketbol oynayan iki takımın kısa süreli müsabakası filme alındıktan sonra deneklere izletiliyor. Deneklerin görevi topun kaç kez yere değdiğini saymak. Maçın ortalarında sahaya bir goril girerek oyuncular arasında gelişigüzel koşuşturuyor, arada gözlerini kameraya dikip göğsünü yumrukluyor. Goril kılığına girmiş bir öğretim görevlisinden başka biri değil bu. Müsabaka bittiğinde deneklerden topun yere değme sayılarına dair gözlemleri alınırken, başka bir şey görüp görmedikleri soruluyor. Yarıdan fazlası sahada bir de goril olduğunu duyunca çok şaşırıyor, dahası inanmıyorlar. Filmi tekrar izlediklerinde koskocaman gorili nasıl gözden kaçırdıklarına hayret ediyorlar.

Yaklaşık on sene kadar önce bu deney tekrar ediliyor. Aynasız bir sahada, beyaz formalı takım ile siyah formalı takım basketbol maçı yaparken kaydediliyor. İzleyicilerin görevi bu kez beyaz formalı takım oyuncularının kaç kez topa dokunduklarını saymak. Aralarında geçmişte yapılan goril deneyini bilenlerin sayısı yüzde elliden fazla olmasına rağmen, gorili görebilenlerin sayısı hayli az. Sahadaki gorilden bahsedilince izleyenler yine inanmıyor, filmi tekrar izlerken gorili görerek şaşırıyorlar. Bu yeni deneyi yapan bilim adamlarının bir de oyunu var izleyicilere, basket maçı esnasında sahada dolaşan tek yabancı sağa sola ataklar yapan goril değil. Bir de şemsiyesinden destek alarak zorla yürüyebilen yaşlı bir kadın var, sahanın bir ucundan diğer ucuna ağır aksak yürüyor. İkinci izletim sonrasında deneklere sahada dikkatlerini çeken başka bir gariplik olup olmadığı sorulduğunda, yaşlı kadını gören sayısının çok az olduğu ortaya çıkıyor.

Neye bakıyorsak onu görüyoruz. Sahadaki topu saymaya odaklandığımızda, oyuncuların etrafında dolaşan koskocaman, hareketli goril de zorlukla yürüyebilen yaşlı bir kadın da gözden kaçabiliyor.  

Arkadaşımın dediği saçma sapan travmaların ağırlıklarının hissedildiği günler geride kaldı. Artık bakmaya odaklı yıllardayız. Herkes bakıyor, bakanların çoğu bir taraftan da kendisi görülsün istiyor. Görülme isteğinin önemini ilk fark eden kişi Andy Warhol. Herkesin bir gün 15 dakikalığına meşhur olacağı kehaneti ona ait. Paylaşım sitelerinin yaygınlaşması, facebook, twitter, instagram gibi adresler sayesinde bu kehanetin çoktan hayata geçtiğini söylemek mümkün. Herşey çok çabuk yayılıyor, aniden unutuluyor. Vecizeler birbiri ardına patlıyor. Aslında verdikleri mesaj çok açık: “Bana bakın”, “Bana bakın”, “Ben de buradayım”, “Benim de diyeceklerim var”. En çok zıplayanın en fazla dikkati çektiği sanal düzlemde  ne kadar ömrü olabilirse o kadar ömrü var vecizelerin.

“Bana bakın, bana bakın” beni “beğenin”e dönüşüyor. Bakıyor ve bir tuşa basarak “beğen”imiz yerleştiriyoruz. Beğenmekten sonraki adımımız belli, unutmak. Beğen ve unut. Bu kadar kısa, net ve acımasız.

Fotoğrafla mı başladı her şey yoksa TV kanallarının yaygınlaşması ile mi, kesin olarak söylemek güç. Ancak reklam görselliğine takılı kalmış bir toplum içinde yaşadığımız kesin. Dikkati dağınık, algısı körelmiş bir insan kalabalığıyız artık. Bakıyor, görmek istediğimizi görüyor ve görebildiklerimizi derhal unutuyoruz. Başka türlü olmamız beklenmemeliydi zaten. Tüketim toplumunun beslendiği görsellik algılamamızı zedeledi. Anlık, tüketilebilir, geçici, yerine yenisi konulabilir nesneleri arzulamaya yöneltiliyoruz sürekli. Bak, gör, arzula, sahip ol, yerine yenisini koy ve unut.

Sanat bakmayı gerektirir. Müzelere, sanat galerine gidilip sanat eserlerine bakılır. Bakmayıp da ne yapacağız değil mi? Bir sanat eserine baktığımızda onda hayatın bizi tırmandırmış olduğu nokta kadarını alabiliriz. Sanat eserinden görebileceğimiz, kendimiz kadardır. O eserin bizi bulunduğumuz basamaktan bir adım yukarıya taşıma şansı olabilir. Görebilen gözler için sanat eseri insanın kendisi ile vedalaşması da olabilir, çünkü bir daha o eserle karşılaşmadan önceki halimiz olamayız. Hayatın bizi getirdiği nokta “Bunda ne var, ben daha güzelini yapabilirim” de dedirtebilir. Tamamen o eserle karşı karşıya kaldığımız ana kadar biriktirdiklerimiz ile ilgili sanat eserinde görebileceklerimiz.   

Reklamlar da bakmayı gerektirir, üstelik onlara bakmak için yerimizden kalkmamıza bile gerek yok. Oturduğumuz yerden, her an üzerimize üzerimize gelenlere bakın: saç dökülmesine son, daha iri göğüsler, pırıl pırıl saçlar, paranızı bankamızda altına çevirin, altınlarınızı bankamıza getirin, eskisini getirin yenisini götürün, mutluluğu rezidanslarımızda yakalayın, tatile çıkın, uçun, bize gelin, dondurma yiyin, yüz kremi sürün, hassas dişler, mobilyalarınızı değiştirelim, tüketin, tüketin, borca girin yine tüketin.  

Reklamlara bakınca ne görüyoruz? Marka isimleri? Şöhretli İnsanlar? Zengin hayatlar? Güzel, seksi insanlar? Zayıf insanlar? Para? Şaşaa?... Hepsi? Sayı üç aşağı beş yukarı çoğaltılabilir. Maruz bırakıldığımız, görmemiz beklenen, ufkumuzu belirleyen klişeler bunlar. Bak, görülmesi isteneni gör, yerine yenisi konuluncaya kadar bakmaya devam et, yenisi gelince unut. Görmemiz gerekenleri belirleyenler, reklam şirketlerinde sinema yönetmeni olma hayalleri kuran bir grup bulunduğu yerde olmayı istemeyen, işinden nefret eden, başka bir şeye dönüşmeyi, ön plana çıkıp daha çok görülebilmeyi arzu eden insan.  

Bak, gör, unut refleksi içinde hayatımızın etkilenmemesi mümkün mü? Gözlerimizin önünde birbiri ardına cereyan eden felaketler, savaşlar, şiddet, şiddet mağduru kadınlar, on binlerce insan ölümü. Sürekli bunlara bakınca önemini yitiriyor bazı şeyler değil mi?  Anlam önemini kaybediyor. Bak, gör ile unut komutlarının arasına üzül komutu da giriyor.

Görünmez Gorilleriz aslında her birimiz, görülebilme, dahası beğenilme umudu ile zıplıyor, kendi göğüslerimize yumruklar atıyoruz. Bakıyoruz, içinde bulunduğumuz durumu  göremiyoruz.

Görebilmenin bu kadar zor olduğu bir dünyada bakmaya odaklanmak hazin değil mi sizce? 



Kolaj: Yedi Adam Bir Kişi -D.M.

Meraklısına Linkler:

18 yorum:

  1. denekler de çok safmış. Ben olsam çaktırmadan bakardım sağa sola, en azından ikinci uygulamada :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :D Türkiye'de yapmıyorlar tabi, elin saf amerikalı deneğini bulmuşlar yap denileni yapıyor, bak denilene balıyor. Ben de olsam ortamda ne var başka diye felfecir okuturdum gözlerime :)

      Sil
    2. koskoca yazıda oraya tıkılıp kalmam da tuhaf gözükebilir ama öyle işte :)

      Sil
    3. :) ama ben nerelere ne yorum bırakıyorum hiç karıştırma o kısmı :)

      Sil
  2. Bir tür "bakar kör" lük durumu yani. Hepimiz bakıyoruz ama bize görmemiz öğretilenler dışında hiçbir şeyi göremiyoruz. Ya da görmek istemiyoruz belki de... Önümüze sunulanlarla yetinmeyi tercih ediyoruz, sorgulamıyoruz. Reklamları izliyoruz, reklamlar bize tüketmemiz gerektiğini çünkü ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını da çok sorgulamıyoruz. Herkes bu ürünü alıyor - tüketiyor benim neyim eksik diyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemde o kadar çok bilgiye o kadar kısa sürede ulaşabiliyoruz ki, bilginin önemi de azalıyor belki de böylece. Fark edilmek isteğimiz de aslında fark edilmesi gereken şeyleri perdeliyor belki de.. Bilemiyorum yazınız bana bunları çağrıştırdı. Güzel bir konuya değinmişsiniz teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir blog yazısı hazırlamaya başladığımda sonunda nereden çıkacağını bilemem çağrışımlar ile ilerliyorz yazı. Aklımda olsan Goril Deneyini yazmaktı ama yazı beni aldı aynı yorumunuzda bahsettiğiniz yerlerden geçirip sonuna kadar getirdi. Yazarken tam sizin dediklerinizi aklımda geçirmiştim. Teşekkürler :)

      Sil
  3. Amerikan filmlerinde de polisleri böyle eğitiyorlar herhal. Bir filmde buna benzer bir sahne vardı. Aklıma o geldi.
    Bakmak ve görmek.. Benzer gibi ama değil.
    Değişik.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. OLabilir, girdiği yerde kendi gözleri değil de başkasının gözleri ile bakmaya çalışıyor ki nerede gizlenebileceklerini görebilsin :)

      Sil
  4. Zamanında bu konuyla ilgili şöyle bir yazı yazmıştım: http://posta-kutusu.blogspot.com/2010/01/bakmak-ve-gormek.html Bunu okuyunca aklıma geldi.

    Pek çok kişi yalnızca onlara sunulanla yetiniyor, yaşadığı hayatın ötesinde ne olduğunu merak bile etmiyor. Merak edenlerin başına neler geldiğini ise birlikte izliyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazınızı okudum, aynı parçayı anımısyoruz, aslında saklamak lazımmış, o kadar yıl neler neler okuduk bu yazı aklımda yer etmiş benim de.

      Sil
    2. Yazı aklımızda kalmış da nedense yazarı benim aklımda kalmamış :-) İnternette aradım biraz, ama bulamadım.

      Sil
  5. Karanfiller ve Domates Suyu adlı öykü değilmiydi o parça, Kör Mustafa diye bir karakter vardı, ne tuhaf benim de aklımda kalan bir tek o parça var bunca yıldan sonra.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim anımsadığım "Bakmak ve Görmek" başlıklı bir makale idi.. Hayal meyal anımsadığım bir şey ama başlık net.

      Sil
  6. Bakılmak, beğenilmek kısmı benim de üzerinde çok düşündüğüm bir konu." Benim neyim eksik" ile başlıyor her şey,
    sonrasında işte bu noktalara kadar gelebiliyor.
    Odak derken çoğu zaman bakış açımızı kaybettiğimizden haberimiz olmuyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet öyle başlıyor ve kıyıdan köşeden insan kendine yer açıp içine girmeye çalığıyor kendine göre :)

      Sil
  7. ben insanların bakıp görmemelerine çok alıştım. alıştım da, son yıllarda takılmış olduğum ''duymak ve dinlememek'. aslında belki de iyi oldu gittikçe az, ama çok az konuşmaya başladım. hele karşımdakinin elinde cep telefonu varsa tamamen susuyorum. belki böyle böyle yitip gideceğiz, silineceğiz birbirimizin hayatlarından? kimbilir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Durmak ve dinlememek" başlığı altına çok şey yazılabilir. O telefonlar, tabletler yok mu.. Sen benim yanımdasın, diğeri telefonun öbür ucunda, buradaysan burada ol değil mi? Çok önemli bir telefon görüşmesine kimse ses çıkarmaz ama alıp eline geyik çevirmek bana beyinsizce geliyor. Telefon özürlüyüm zaten, hep bir yerlere bırakıp orada unutuyorum.

      Sil
  8. Çok çok güzel ve anlamlı bir yazıydı.Teşekkürler Vladimir..

    YanıtlaSil

Yorumlar