28 Kasım 2011 Pazartesi

Öykü Nedir?

Öyküye dair bir tanım okudum geçtiğimiz haftalarda. Aşağı yukarı şöyle ifade edilmekteydi; "Hikaye, gerçek hayatta olan veya olmuş veya olabilecekmiş hissini veren, olayları bir ölçü ile anlatan, hayal ürünü bir takım olayları anlatarak okuyucusunu heyecanlandıracak veya okuyana zevk verecek yazıdır." Daha ilk cümlede takıldım ve hikayenin tanımının bu olmaması gerektiğine karar vererek yazıyı bir kenara kaldırdım. Zaten yazının devamımnda muhtemelen ortaokul ders kitaplarındaki hikaye tanımlarına benzer ifadeler kullanılıyordu. Yani her hikayenin başı, ortası ve sonu vardır. Ya da başka bir deyişle öyküler giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşurlar. Öykünün tanımının bu kadar basite indirgenmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Yazıyı kenara bıraktım, evet, ama tanımdaki noksanlık günlerce yakamı bırakmadı. Şu soruyu yanımda gezdirir oldum; uçakta, otobüste, vapurda, sinemada, bir seminerde bir ses aniden gelip kulağıma fısıldadı:

- Öykü nedir?

Olduk olmadık yerde aniden gelen böylesine açık, net bir soru, can sıkıntısı ile mücadele etmekte hayli başarılı yöntemleri olan bir kimse için çok güzel bir oyunun başlangıcı olabiliyor. Soruyu ilk işittiğimde duymamazlıktan gelsem de, öyküler okumayı dahası amat kısa öyküler tasarlamayı seven bir amatör olarak artık içimi kemirmeye başlamış bulunan soruya daha fazla kayıtsız kalamazdım. Yanıtlar da sorunun kendisi gibi hazırlıksız yakalamaya başladı beni, muhtelif yerlerde.

Eski bir arkadaşımla, bir seminere katılmıştık. Bir fotoğraf sanatçısı, çocukluk anılarından, fotoğraf karelerine uzanan yolculuğunu anlatıyordu ki ben soruya kendi içimde yeniden yanıt aramaya başladım. Benim için öykü öncelikle çok kısa olmalıydı, başı ortası ve sonu ile benim alakam yoktu. Onlar olmasa da olurdu. Bence öykü kısacık bir anı, bir duyguyu anlatmalıydı. Önümde açılan pencereden belki de yabancısı olduğum yaşamlara bir anlığına şahit etmeliydi ve ben kısacık gözlem anında hissedebildiklerimi kağıda aktararak okuyan kimselerde bir takım duygusal çağrışımlar yaratabilmeliydim. Bunları düşünürken karşımızdaki perdeden fotoğraf sanatçısının sonbahar aylarında bir sahil kasabasında kim bilir ne zaman çekmiş olduğu terkedilmiş plaj, şezlong, ev fotoğrafları birbiri ardına geçiyordu. Fotoğraf karelerinin hiçbirisinde ne bir insan ne de bir insan gölgesi vardı. Böylesine terkedilmişlik ve fonda "Cherbourg Şemsiyeleri" filminin müziği çalıyordu. Bütün o geride bırakılmış nesneler ve objeler birbirlerinin peşi sıra dizildiğinde, içlerinde bir tek insan izi bulunmamakla birlikte, benim önümde gizlice bakabilmem için yüzlerce farklı dünyanın kapılarını aralamıştı sanki. Eylemin içindeki gizlilik öğesi ise içimde biraz suçluluk, biraz merak, biraz da hüznü andıran bir duygunun baş göstermesine sebep oldu. Bunlar tanıdık duygulardı benim için, üstelikle çoğu zaman bir öykünün tohumlarının atıldığı anlara işaret ederlerdi. O küçücük sinema salonunda aniden etrafımdaki diğer izleyiciler, yanımdaki arkadaşım, konuşmakta olan fotoğraf sanatçısı eskiyen bir resim gibi yavaşça solarak yokoldular. Başımı çevirip etrafıma baktım, evet salonda yalnızdım. Perdede ise muhtelif yaşamların izleri akmaya devam ediyordu. Sonra birden yaşlı, beyaz saçlı bir kadın ağrıyan dizlerinin acısını unutmaya çalışarak plaj boyunca yürüyüp mavi, beyaz, sarı çizgili şezlonglardan birisine tutundu. Otururken bir anlığına bluzuna iliştirdiği anahtar şeklindeki broşuna çarpan güneş ışınları yansıyıp gözümü aldı. Kadın derin bir nefes çektikten sonra gözlerini gözlerime dikerek biraz mahçup anlatmaya başladı. İşte böyle hazırlıksız yakalıyordu kimi öyküler biliyordum, fotoğrafların üzerimdeki büyüsünü.

Hepimizin zihninde bazı kör noktalar olduğuna inanıyorum, yeni duyduğumuz bir kelime, daha önce dikkatimiz çekmemiş bir melodi ya da öylesine aklımıza geliveren bir soru algımızın daha önce farkedemediği bazı olguları önümüze sermeye başlıyor. Bir kez farkettik ya, daha önce gözümüzden kaçmışolan detaylar birer birer dökülmeye başlar. Sorunun zihnimde ilk kez yankılanmasından sonra buna yanıt arayanların yazdıkları birer birer bana görünür hale gelmeye başladı. Uzun zamandır bir kenarda atılı degiler, kitaplara el attıkça karşıma kulağıma fısıldanan sorunun yanıtları oku beni demeye başladılar.

Mesela Ülkü Ayvaz'ın şöyle yazdığını gördüm;

"Kısa öykü, en fazla çağdaş dram ve şiire yakındır diye düşünüyorum; söz konusu şiirlerin araçlarını da kendinde eritir ve yeniden üretir. Simgesel anlatım, iç aksiyon, dramatik gerilim, ironi, alegori kısa öyküye şiir sanatındaki gibi bir arka plan işleme olanağı da verir. Behçet Necatigil'in deyişiyle 'Arka plan bir muhasebedir, bilançodur ve biz özgürlüğümüze orada kavuşuruz.' Denilebilir ki kısa öykü, olaydan çok duruma yönelmekte, bu yönelişte ayrıntı üzerinde durmaktadır. Egemen olan dış aksiyon değil tam tersine iç gerilimdir. İnsan durum içinde vardır"

Düşündüğüm ancak toparlayamadığım sözcüklerin bir yazar tarından böyle incelikle anlatılmış olması ve benim elimdeki materyallere bu konuda kör kalmış olmamın hayret verici olduğunu düşünürken aradığım tarife en yakın olanını bu sabah bir başka yazardan geldi. Erendiz Atasü'nün öykülerini, öykü kişilerini ve onların iç seslerini her seferinde hayranlıkla okumuşumdur. Onun "Öykü bir an mı?" başlıklı denemesindeki şu satırları güneşli bir İstanbul sabahında bana ilaç gibi geldi desem abartmış olmayacağım:

"Öykü; hayatın gürültülü patırtılı akışında güme gitmiş bir ayrıntıyı, bir duyguyu, bir sezişi dile getirir; bir perdeyi hafifçe aralayıp ardındaki manzarayı düş gücümüze sunar."

"Öykü bir an mıdır? Küçük bir aralıktan hayatın geçmiş ufkuna atılıveren bir 'nazar'..."

"Tek başlarına ayrıntılardansa, ayrıntıların birbirleriyle ve parçası oldukları bütünle ilişkileri daha çok ilgimi çeker. İlişkilerin derinliğini ve giriftliğini mantıksal düzleme duygu ve sezgi boyutlarını da katarak kavrayabilme çabasını severim."

Sanırım içimdeki soruyu bir müddetliğine susturmayı başardım. Yeni sorular mı? Onlar elbette her zaman varlar.



Kolaj: Nicole McConville - Maske Serisinden

7 yorum:

  1. "ÖYKÜ" blog dostumuzdur, bazen de "bir-kaç cümleye sığdırılmış koskocaman bir hayat hikayesidir."

    YanıtlaSil
  2. günümüzde artık hikaye "nano" olma yolunda zaten. Klasik roman tanım ve tarzları nasıl değişti- değişiyor ise öyküde de bir değişim söz konusu. Tesadüf, kaç gündür ben de öykü yazımı hakkında düşünüyorum :))Son olarak Marquez'in 12 Gezici Öykü'sünün hikayesini...Cemil Kavukçu'nun geçen aylarda TRT'de bir röportajı vardı, o da bahsetmişti öykü-öykücülükten...

    YanıtlaSil
  3. Öykü bana ressamın öylesine çiziktiriverdiği izlenimini veren bir resim gibi geliyor. Sadece iki-üç çizgi ile ressamın içindeki duyguları gösteren bir resim düşün, öyle.
    Bu da benim kafamdaki öykü tanımı.

    YanıtlaSil
  4. Suficımmm:) Tontınım benım:))


    Ehm evet ( mahcubıyet)

    Oyku benımdır:)

    Bunu soylemek ıcın gelmıstım Vladımır:))

    YanıtlaSil
  5. benim orda senin için birşey var, hadi gel.

    YanıtlaSil
  6. Yazılarınız bende çok zor açılıyor ve yorum bırakmakta güçlük çekiyorum..Bu yorumda gelecekmi bilemiyorum..Yzılarınız güzel, bi de tam okuyabilsem..

    YanıtlaSil
  7. Öykü, okurken içinde yaşamak kaybolmak.

    YanıtlaSil

Yorumlar