24 Kasım 2011 Perşembe

Hatırladığım Öğretmenler

Benim akranlarımın öğrenim yılları hayatlarının 15-16 yılına yayılıyor. Bunca yıl içinde ne egzantrik öğretmenler tanımış oluyoruz, aklımızda en fazla yer tutanlar bunlar, bir de cidden kötü, beceriksiz öğretmenleri unutmak zor. İiyi hocaları/öğretmenleri bir çırpıda anımsamak nedense daha güç. İyilik kolayca siliniyor hafızalardan. DÜşünüyorum da sülalem de de fazla sayıda öğretmen var, meslek hayatımın belli dönemlerinde ben de çalıştığım şirketlerde bir süre eğitmenlik de yaptım. Öğretmek, bildiklerini paylamak keyifli bi ruğraşıydı benim için.

Gelelim öğretmenlere, benim hatırladığım öğretmenler şunlar;

Aydın Hoca; Cins bir matematikçiydi, matematikle kafayı bozmuş, orta zekalı bir herifti. Bizleri tahtaya kaldıracağı vakit "who is next zırto" derdi. Her öğretim yılı başlangıcında matematik defterlerimizin ilk sayfasına "no gain without pain" yazdırırdı. Bundan bir şey anlamayacağımızı düşüyor olmalıydı ki, ikinci sayfaya da "zahmetsiz rahmet olmaz" yazmak zorunda tutardı bizleri. Biz de yazardık. En büyük zevki kız öğrencileri kopya çekerken yakalamaktı. Yakaladığı öğrenciyi tahta önünde ayağa diker "Bu zırto arkadaşınız kopya çekiyordu, ben yakaladım. Siz sakın çekmeyin" der, "Bakalım bacaklarına da yazmış mı deyip bir hamlede eteğini kaldırırdı". Erkek öğrenciler bu duruma seyirci kalırdı, kız öğrenciler nedense suskun dururlardı. Şimdi olsa kesinlikle tepkisiz kalmazdık diye düşünüyorum. Koskoca sınıftaki herkes zor bir sınavdan geçtikten sonra orada olmaya kazanmış öğrencilerdi ama adam bizlere düpedüz gerizekalı muamelesi ederdi. En sevdiğim ders matematik iken sayesinde o dersten nefret etmiş, sallamıştım yıllarca.

Bitli: Tarihle kafayı bozmuş Atatürk sevdalısı bir öğretmendi. Soyadımı beğenmediği için benimle uzun müddet uğraştı. İyi kağıt verdiğim halde zayıf aldığımı görünce ben de tarihi sallamıştım en sonunda. Bir gün benim güzel resim yaptığımı ve şahane bir Atatürk tablosu yaptığımı farkedince gözde öğrencisi oldum. Yine de ısınamadım tarihe.

Fen Hocası Mehmet: İngilizce bilmediği halde, torpil ile kendisini okulumuza yerleştirmeyi başarmış biriydi. Tabi ki ,ngilizce dilinde öğretilen fen dersleri, kendisi de dahil olmak üzere hepimiz için güme gitti. En eğlendiğimiz anlar ingilizce konuşmaya çalıştığı anlar değildi. Sözlü yapmasına bayılırdık. İsterseniz on alacak bilgiye sahip olun akıcı konumadığınızda on alamazdınız. Ama sıfır bilgi ile akıcı konuştuğunuzda on almanız mümkündü, araya fen ile ilgili ingilizce terimler sıkıştırmak kaydı ile. İster maç, ister hafta sonu izlediğiniz film isterse yan sınıfta gönlünüzü çalan kız öğrenci hakkında konuşun, ne kadar hızlı o kadar yüksek not olurdu netice. Mehmet Bey'in en meşhur sözü, "I will multiply you from wall to wall and subtract you from the class room" idi. "Seni duvardan duvara çarpar, sınıftan dışarı atarım" manasına getirmeye çalışırdı zaar.

Gündüz Berker: Bu blogda bir kaç kez bahsettiğim edebiyat öğretmenimizdi. Edebiyata aşıktı ve bizleri de edebiyata aşık etmeyi başarmıştı üstelik orta okul yıllarımızda. Edebiyatın yanısıra, güzelliğiyle ve cildinin yumuşak olması ile kafayı bozmuştu. Birde gürültü olduğunda kurt kadına dönüşür, sakin munis halinden fevri biçimde sıyrılır sonra niden normale dönerdi. Böyle olunca bize fazlasıyla malzeme ve oturuşundaki rahatlığı ile hayli frikik verirdi. Kızlar dersi kaynatmak için cildinin güzelliğini överler, erkekler de hocanın sinirini bozmak için yemekhaneden ödünç aldıkları melamin su bardaklarını yere atarlardı. Yere atılan melamin bardaklar acaip gürültü çıkardıkları gibi atıldığı yerde lastik top misali sıçrar ve atıcısının eline geriye dönerdi. Sevgili hocamız asla göremediği ama sesini duyduğu bardaktan nefret etmekle geçirirdi bazen derslerini.

- Bu ses ne yine?
- Ben bişey duymadım hocam, öyle güzel anlatıyorsunuz ki, dalmışım..

Bu Gündüz hocanın dersindeki sıradan diyaloglardandı.

Tavuk: Önceleri normal bir adı vardı ve coğrafya hocamızdı. Nasıl olduysa bir gün aniden beden eğitimi derslerine girmeye başlamıştı. Kadının anatomik hatları daracık eşofmana girdiğinde tavuk ırkı ile olan bütün bezerliği ortaya çıkınca lakabı bir daha çıkmamak üzere üzerine yapışmıştı. Sesinin de tiz olduğu ve yumurtlamakta olan bir tavuğunkini andırdığını yazmazsam hakını yemiş olurum. Beden eğitimi derslerine sonradan çok daha dar eşofman giyen bir kadın hoca buluncaya kadar inatla girdi.

Müşerref Hoca: Ülkemizin önde gelen basketbol koçlarından birinin eşiydi, Ondan daha dar spor kostümleri giyen olmayacağını düşünürdük ona baktıkça. Yanılıyormuşuz. Ondan daha dar giyen yine kendisymiş meğer. Bunu, TRT ekranlarında aerobik programı yapmaya başladığında anlamıştık. Onun derslerini kimse kırmazdı, raporlu olanlar bile o gün okula gelirdi. Gözümüz ayırmazdık üzerinden.

Niyazi: Bizim derslerimize girmezdi, ne hocası olduğunu bilmiyorum ama ona lakabını ben hediye ettim. Çünkü kedilerden nefret ediyordu. Kediden nefret eden adama kedi adını verdirmek için az uğraşmadım. Onun isim babası olabilmek için, çok uğraştım tabiri caiz ise hayli mücadele ettim. Yatılı okuyorduk. Ayda bir gece, nöbetçi hoca olarak yatakhanede kalması gerekiyordu. Ben o gecelerde yatakhanenin muhtelif, gizli, sota yerlerinde mart kedisi gibi miyavlardım. Adam çizgili pijamaları ile olmayan bir kediyi yakalamak için loş koridorlarda elinde katlanmış gazete kağıdı ile dört dönerdi. Sanki sinek avlamaya çıkmış gibi bir hali olduğunu farkeden tüm yatılılar o gecelerde miyavlama nöbeti tutmaya başladılar.
"Hocam az önce şu köşeyi dönen bir kedi gördüm" diyenler,
"Tekirdi" diyenler,
"Tekir olamaz, olsaydo farkederdim" diyenler,
Kedi fobisi varmış gibi rol yapan, koridorlarda çığlık çığlıağa kedilerden kaçan öğrencileri düşünün. Kabus gibi.

Sonuç kaçınılmazdı, Kırk yıllık Niyazi bir sanah kalktığında "Kedi" olmuştu. Helali hoş olsun, umarım kedi nefretinden bir nebze olsun arınmayı başarmıştır.

Vedia: Bu edebiyat öğretmeni önceleri istisnasız hepimizden nefret ederdi. Belgin Doruk'a benzeyen anatomisinin kendisi de farkında olmalıydı ki, hem onun gibi giyinir hem de hıçkırır gibi konuşurdu. Bir de havalar nasıl olursa olsun asla çıkarmadığı simsiyah kedi gibi çekik göz modelli kemik güneş gözlükleri vardı. Lakabını uydurmak güç olmadı. Hıçkırık. Hıçkırırken divan edebiyatından şiirler okur, elleri ile tempo tutup vezne dikkat çekerken, aniden üzerimize çevirdiği nefret dolu bakışları ile hepimizi süzerdi. Kızların tırnaklarını ve etek boylarını, saç modellerini kontrol etmeyi severdi. Kendi standartlarına uymayan kızları yerin dibine sokardı. Bir gün aruz vezni ile bir şiir yazdığımı görünce benden nefreti geçti. Kopya çektiğimi bile görmezden gelmeye başladı. Lise yıllarımızda divan edebiyatından kustuğumuz dönemin taçsız kraliçe edalı hocası simsiyak güneş gözlükleri ile bazı geceler hala kabuslarıma girer.

Süreyya: Felsefe hocasıydı, bedeni sınıfta iken benliği sanki paralel bir evrende seyrü sâfa halinde gibi hülyalı bakınırdı. Anlatılana göre daha önceki okulunda bir kız öğrencisine aşık olmuş ama ailesi evlenmelerine onay vermeyince kafayı sıyırmış ve nihayetinde bizim okula kadar gelmişti. Onun bu dünya dışı haline bayılır, mütemadiyen tiye alırdık. Sözlüye kaldırdığında eğer zor bir soru sorduysa;

- Sorduğunuz soruyu beğendiniz mi şimdi?
- Niye benim aleyhime olacak sorular soruyorsunuz?
- Orayı çalışmadığımı kaç kere söyliycem.

Gibi yüzsüzlükler etmemize müsade ederdi.

"Kitabı almışsın eline soruyorsun hocam, ver bakiym şunu" deyip de kitabı elinden kapıp ona sorular soranımız bile olurdu. O da kuzu kuzu cevap verirdi.
"Bak gördünüz mü kitap olmadı mı siz bile bilemiyorsunuz. Oturun sıfır" diyenimiz de olmuştu.

Çok eğlenirdik onun derslerinde. O dersten tek hatırladığım ne mi? Kant tabi, ingilizcedeki en ağır küfürü andıran tınısından ötürü o da.


Ayten Baz: Biz buna Ayten Bazuka derdik. İlkokul dördüncü sınıfta iken kendisi ile bir senemi geçirdim. Hükümet gibi kadındı, zengin çocuklarını severdi. Orta hal ve altındakilere sinirlenir, koydu mu oturturdu. Bana da bir kez koydu ama oturtamadı. Çünkü reflekslerim çok kuvvetliydi tokadı yememle dizinin en hassas kemiğine tekmeyi basmam bir oldu. Ertesi gün de annem okula gelip ayarlamıştı kendisini. Yıl sonuna kadar birbirimizi görmezden geldik.

Gelelim iyi izler bırakan öğretmenlerime. İlkokul beş seneydi bir zamanlar ve ben beş yılı da beş ayrı okulda bitiren bir öğrenci olarak farklı öğretmeleri gözlemleme şansına sahip oldum.

Nurten Hocamız dünya iyisi bi kadındı, her birimiz kendi evladı gibi severdi. Bize kızamazdı bir türlü, biz de onu üzmemektense yaramazlık yapmamaya çalışırdık. Bembeyaz elbiseler, dantelli ceketler, dantelli eldivenler giyerdi. Meleğe benzetirdik onu. Sonra genç yaşında melek olup aramızdan ayrıldı. Onun hemen ardından bazuka ile tanışmak ağır gelmişti bana.

Necdet Hoca: Bazuka benim ayarımı bozunca ben de bildiklerimi bile unutmuş umursamaz bir öğrenci olmuştum. Evdeki diyaloglar aynen şöyleydi o sıralar:

- Oğlum şunu çalış!
- Aman çalışcam da nolucak.
- Oku adam ol!
- Üstüme varma anne.

Evet dokuz yaşında ve böyle boşvermiş bir hale gelmiştim ki beşinci sınıf için olağan okul değiştirmemi yaptık. Necdet hoca benim en boşlamış halimi tanıdı. İlk başlarda gerizekalı olduğuma kanaat getirmişti ki bir gün kimsenin bilemdiği bir matematik sorusunu ben çözdüm artık nasıl yaptıysam. Hocam soruyu cevaplamama çok sevinince de çalışkan öğrenci olmaya kara verdim. Evinin bodrum katını sınıfa çevirmişti, Hafta sonları gidip ondan ders almamız mümkündü. Ücretsiz. Sınıfımız otuz kişiydi. Yirmiyedimiz hafta sonları evinin müdavimi olmuştuk. Şimdi bir sınıftan 15, 20 öğrenci başarılı olsa öğretmenini ne kadar muazzam bir insan olduğundan bahsedilir. O sene 27 miz muhtelif sınavlara girdik ve hepimiz de girdiğimiz sınavları çok yüksek puanlar ile kazandık hocamız sayesinde. Maddi durumu benim gibi iyi olmayan ailelerden gelenleri de parasız yatılı sınavlarından haberdar etmiş ve bizlerin de iyi bir tahsil almasına olanak sağlamıştır. Ve Necdet Hoca bizleri yuvadan uçurunca yeni öğrencilerine kol kanat germeye devam etti. Emekli olduktan sonra da bodrum katındaki hafta sonu sınıflarına devam etmiş.

Benim hoca anılarım böyle bir nevi askerlik anısına döndü. Durayım ben en iyisi.

İyi öğretmenler, zor okullarda, zor coğrafyalarda öğreten hocalar, insan sevgisini aşılamyı bilen öretmenler, yüreğinde sevgiyi filizlendirmiş güzel hocalar, öğretmenler gününüz kutlu olsun.


Kolaj: Öğretmenim Canım Benim - D.M.

1 yorum:

  1. Sonradan dikkat ettim de, galiba öğrencilik hayatında yaramaz olanlar sonradan daha iyi hoca oluyorlar.
    Sanki böyle.
    Biraz geç oldu, ama hepsinin öğretmenler gününü kutluyorum ben de.

    YanıtlaSil

Yorumlar