1 Aralık 2011 Perşembe

Bir Ay Daha

Aralık gelmiş ama aralık gelmeden biraz önce; Lady Jane, Fitniye Fildeviren, Hypatia, Deniz Bilgen Çakır, Creep, Alchemist, İzdüşümler, Sırrakalem, Kısaca FD, Türker Şirin, g, Esma Gül, Handan Uçar, Çay ve Simit, RE-L124c41+, Esinti, Buraneros, Firari Yolcu, Su ve Beyaz, Katysha, Düşünen Deli Balık, Ateş Böceği, Memento Mori, Suskun, Karado, Murat ve İki çocuk annesi gelmiş. Hepsi de hoş gelmiş.

Bir Kehanet varmış ve sapma payı yok denecek kadar azmış ne yazık ki, hep, yine, hep aynı sonuca varıncaya kadar kendi kendini besleyeceği belliymiş.

Bir mezarlık varmış, Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı, benim biraz geç haberim olmuş. Olsun yine de o mezarlığı hayal eden yazarın üç kitabını şimdiden bitirdim.

"Babamın beni Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’na ilk götürüşü hiç aklımdan çıkmaz."

"Burada artık hiç kimsenin hatırlamadığı, zaman içerisinde sonsuza dek unutulan kitaplar günün birinde okurların elinde düşecekleri saati bekliyorlardı."

"Burası gizemli bir yer Daniel, bir mabet. Burada gördüğün her kitabın, cildin bir ruhu var. Onu yazanın, okuyanların, onunla yaşayıp onu düşleyenlerin ruhu. Bir kitap sürekli el değiştirir, birileri gözleriyle sayfalarını sürekli tarar, kitabın ruhu gelişir ve güçlenir. Uzun yıllar önce, babam beni buraya ilk kez getirdiğinde burası yine eski bir yerdi. Belki de şehrin kendisi kadar eski. Buranın ne kadar zamandır var olduğunu ve kim tarafından kurulduğunu kimse tam olarak bilmiyor. Bu yüzden sana babamın bana anlattıklarını anlatacağım. Bir kütüphane yok olduğu ya da bir kitapevi kapandığında unutulmaya terk edilen bir kitap olursa, burayı bilen bizler, yani buranın bekçileri o kitabın buraya getirilmesinden sorumluyuz."

"Geleneğe göre, burayı ilk kez ziyaret eden kişinin istediği herhangi bir kitabı seçip sahiplenmesi, yok olmasına asla izin vermemesi gerekiyor; böylelikle o kitap her zaman yaşayacak. Bu çok önemli bir sorumluluk. Bir ömür boyu diye açıkladı babam. Şimdi sıra sende."


Güneşli ama soğuk günlerde okumanın ne büyük bir keyif olduğunu anımsatan Carlos Ruiz Zafon'a The Prince of Mist, Meleğin Oyunu ve Rüzgarın Gölgesi kitaplarını yazdığı için çok teşekkür ederim.

Bir sürü kağıt varmış. Hepsi de çöpe gidecekmiş. Resme ufak ufak takılmaya başlama takıntı haline dönüşünce o kağıtların farkına varmam mümkünmüş. Durun bu rivayetli üslupla karışacak iyisi mi en baştan ve güzel güzel anlatayım. Kara kalem ile bir kadın portresi yaparken saçlarını kalem yerine gazete kağıdından kesikler kullanarak yapmaya karar vermemle başladı kağıtlarla haşır neşir olma halim. Resmi boya kullanmadan da yapmak mümkünmüş meğer. Önemli olan figürü oluşturduktan sonra gölgelerin ve renklerin konumlarını önceden tasarlamış olmak. O zaman resmin derinliğini verecek olan malzemenin seçimine sıra geliyor. Çöpe gidecek ne kadar dergi, gazete, ambalaj kağıdı varsa bir güzel resme uygun biçimde kesilip, biçildikten sonra biraz yapıştırıcı marifeti ile aynı yüzeyde buluşuyorlar. Ev çıfıt çarşısına döndü malumunuz. Her yan kağıt dolu. Üstelik resme konu edebileceğim bir obje ya da başka bir sanat eseri gördüğümde bunu kağıtlar ile resimlemek mümkün mü diye düşünür oldum. Geçen gün İstanbul Modern'de tablolara bakarken, bazılarını kağıt ile nasıl ifade edebilirdim diye, uzun uzun düşünüp arkadaşımı da deli ettim. Farkındayım.

Hoş bir uğraşı mamafih deli saçmasından hallice olmayan bir kitaba "Kağıt Kesikleri" ismi verilmesini hala hazmedemiyorum. Gelsin kağıt kesiği nasıl olurmuş görsün.

Adalet var sanırmışım, meğer yok dencek kadar azmış. Varsa da benden ırakmış. Kasım'da ülkemizde adaletin haline dair kuşkularım yerli yerine oturdu. Son kararım: Böyle bir şey yok. Suçludan yana olan bir sitemin içinde kendini aklamaya çalışan masum insanlar var, hakimlerin her hangi bir konuda sağlıklı karara varma ihtimallerini zayıf buluyorum.

Ne diyelim nice Kasım aylarına, Aralık geldi önümüze bakalım. Gözümüze gözümüze sokulan yalanlara, kabzımal edası ile TV ekranlarından üzerimize üzerimize hönkürülen dolanlara inanır gibi yapalım. TV Haberciliğinin konut satmak ile eş tutulduğu diyarımızda sağduyularımıza sıkı sıkı tutunalım. Ve n'olur fazla da soğuk olmasın.

Kolaj: Pat Street - dot.org

Meraklısına Linkler;

2 yorum:

  1. Bir de yaz gelsin mi ne olur:(
    Hoş da bulduk bu arada. Gerçi ben dönüşüm bir bando takımıyla, hadi hiç olmadı şöyle banttan da olsa bir mehter marşıyla kutlanmasını tercih ederdim, malum egomdan ötürü ama neyyyseeee:) Şaka bir yana özlemişim yazılarını sevgili Vlad...

    YanıtlaSil
  2. merhaba...
    merhaba Aralık...:)
    eskiyenlerin popülerliğini kaybettiği bugün, eskiyen kitapların ruhuna sahip çıktık bu yazıyla...:)
    sevgi ve selamlar,

    YanıtlaSil

Yorumlar