5 Temmuz 2011 Salı

Dijital Baskıya Gel ki Görem

Dijital baskı, bilgisayar kontrolünde yapılan kağıda ya da türlü objeye baskılar son derece modern ve hayatı kolaylaştıran işler. Ama bu konudaki faaliyet gösteren profesyoneller verdikleri hizmeti tam anlamıyla orta şarklılaştırmışlar maşallah.

Geçenlerde blog dışında yazdığım tüm yazıları derledim, toparladım, sıraya dizdim. Sayfalarını numaraladım, içindekiler listeleri yapıp ön sayfaları düzenledim. Sanki kitap gibi özenip başlık sayfalarına konu ile ilgili kendi çektiğim resimlerden koydum. Niyetim bunları bastırıp, bitmiş halde olanlara spiral ile bir araya toplayıp, diğerlerini dosyalayıp kağıt ortamında okuyabilmekti. Bilgisayar ortamında dikkatimden kaçan hataları, anlam kaymalarını, fazlalıkları basılı materyali elimde tutarak okuduğum vakit kolay biçimde görebiliyorum. Toplam 2000 sayfayı pdf dosyalarına dönüştürerek hayli tanınmış bir dijital baskı dükkanına gittim.

İçeride curcuna hüküm sürüyordu. Bir koltuğa oturup beklemeye başladım. Beş adet teknisyen ortalıkta fırdönüyor kimse bunlara iş vermiyordu. Elindekini bitiren sırada bekleyen müşteriden işlemini alıyordu. Sıra bana geldi, yazıları verdim ve nasıl olması gerektiğini açıkladım. Önlü arkalı basılacağı için 2000 sayfa adet olarak 1000 sayfaya düştü zaten. Adam yazıcıya yolladı sayfaları yaklaşık yarım saat bekledikten sonra sordum; "Sizin internet sayfanızda saatte altıbinküsur A4 sayfası bastığınız yazılı bu ikibin niye bitmiyor?" diye. Bir şeyler geveledi. "O zaman ben çıkıp dolaşayım bir saat sonra gelirim" dedim. Paramı ödedim ve çıktım. Bir saat onbeş dakika sonra geri döndüğümde benim yazılar hala yazıcıdan çarşaf çarşaf dökülüyordu. Yazıcıda birikenleri de büyük bir çalışma masasının üzerine koymuşlardı. O masa üzerindeki yığına bakınca 500 adetlik bir top kağıdın ebatlarından kıyaslayarak bin sayfadan fazlasının beni beklemekte olduğunu farkettim. Yani benim yazılarım aslında bitmişti.

Teknisyene durumu açıkladım: "Bence burada bi adetten fazla sayfa var. Bir yanlışlık olmasın?" Teknisyen beni kaale almadı. "İmkansız" dedi. Yarım saat daha bekledim yazıcı durdu. Sayfaları benim istediğim gibi ayırırken her sayfadan iki kopya olduğunu farkettiler. Bunu farkedince bütün teknisyenler önce bir araya toplanıp fısırdaştılar. Sonra da bir panikle dört yana toz oldular. Derken birisi gelip kağıtların hepsini içerideki odaya götürdü.

15 dakika sonra spriallenmiş dosyalar ve kağıt bloklarıyla çıktı geldi. Nihayet bütün yazdıklarımı derli toplu biçimde bir araya toparlamasını başarmıştım. Bir iki saniye sonra benim işlerimi yapmaya başlamış olan teknisyen de elinde bir torba ile geldi ve bana fısıltıyla "İkinci suretleri fazla basmışız bunları da alır mısınız?" diye sordu. ben de fısıltıyla cevap verdim "Alırım ama para vermem." Fazladan basılmış yazılara para vermeden almayı kabul ettim sonuçta.

Ben 500 adet kağıdın cesametini kareşıdan farkedebiliyorsam her gün binlerce kağıt ile oynayan bu adamların bunu farketmemesi çok tuhaf geldi bana. Hayır itiraz filan etmiyorum çünkü elimde fazladan müsveddelerim oldu üzerlerinde bir güzel yazıp çizebilir, düzenlemeler yapabilir, beğenmediğim yeri keser öbürünün ucuna ekleyerek çalışmamı daha hızlı biçimde sonlandırabilirim. Hataları benim işime geldi sonuçta. Bir taşla iki kuş vurmak dedikleri de bu olsa gerek.

1 yorum:

  1. he he evren böyle güzel işte...
    birlerinin şabalaklığı diğerinin mutluluğu olsun diye.....
    o yüzden hiçbirşeyi etiketleyip yargılamadan hayatın keyfini çıkarmalıyız.......çünkü olayın, durumun, sözün... bütünün içindeki yerini görme kaabiliyetimiz yok ki.

    YanıtlaSil

Yorumlar