8 Haziran 2011 Çarşamba

Geceye Mektuplar - 7 - Belki Son Bir Mektup Daha...

Merhaba,

Son sözlerin sanki beni bırakıp da gideceğine dair uğursuz bir kehanet gibiydi desem abartmış olmam sanırım.

Kendi acılarıma gömülmek ve kendi acılarımda boğulmak ve kendi acılarımı en acı saymak istemiyorum artık. Seni tekrar buldum ya artık yalnız kalmak istemiyorum. Sesinle acılarımı paylaşmak, senin acılarını dindirmek senin yaralarını sarmak istiyorum. Yalnızlık çok zor aylağım.



Merhaba,

Aslında yüreğinde ve aklında beni nasıl kurguladığını bilmiyorum Ural. Belki yıkılmış, belki yaşamaktan bıkmış, insanlardan kaçan bir münzevi diye algıladın belki de beni, ya da benzeri bir şeyler. Tabii ki zaman zaman benzeri duygulara kapıldığım olmuştur. Kapılırım ama yıkılmam. Karşılaştığım zorluklar beni ola olsa güçlendirir. İşte içimde yaşadığım devrimlerin özeti de bundan ibarettir.

Yine bir çelişki yumağı sunuyorum sana; bir anne düşün ki, iki oğlu var birisi asker, diğeri eşkıya. Bir çatışmada kardeşler birbirini vuruyor ve ağır yaralanıyorlar. Kan kaybederken, dünyadaki yolculuklarının o son beş dakikasında çektikleri acı mı büyüktür, yoksa onları kaybettikten sonra annelerinin çekmeye devam edeceği acı mı? Evet insanlar acı çekerler. Biz de insanları acı çektiğini anlar, onlar için üzüldüğümüzü söyleriz. Ama ne kadar üzülsek de onların çektiği acının derinliğini anlayamayız. O yüzden benim acı çektiğimi, acılarım için üzüldüğünü zannetmeye çalışma.

Beni anlamaya çalışırken bazen başarıya ulaşabilirsin ama çok zaman da yanılabilirsin sevgili dostum. Ama ne sen ben olabilirsin ne de ben sen. Bana ismini verdiğinde eğer verdiğin bilgi gerçekse kendime mani olamamaktan korktuğumu söylemiştim.Çünkü kendimi iyi tanıyorum. Ne yapıp ne edip seni bulmaktan korkuyordum. Bıraktığın zleri birleştirmek zor olmadı. İstanbul değil de Samsun’da yaşadığını bulmak birkaç dakikamı aldı sadece. Bu satırları okurkenki yüzünü görür gibiyim. Ama yüzünün gerisinde neler olduğunu tahmin edemem, o kısmını sen biliyorsun. Mesela kalbin gümbürdüyor mu? Ya da öfkeden kan beynine sıçramış olabilir mi acaba? Dır acele etme. O sana bir hafta boyunca cevap vermediğim zamandan bahsedeyim biraz.

Arabamla yola çıktım. Üç katlı yeşil boyalı bir ev hayal et şimdi. Bahçesi var. Bahçede tahmin et bakalım ne ağacı var? Bildin!! Birinci çinkoyu sen yaptın dostum. Erik ağaçları.Bahar gelip çiçeklendiğinde insanın ruhunu hareketlendirirler o ağaçlar. Ağaçların yanında gül ağaçları, kapıyı çevreleyen fındık gülleri, yaseminler, hanımelleri böyle bir ev düşün. Ben evin biraz ötesine park ettim. Sokak ışıkları yanmıyordu, karanlıkta yürüyerek geri döndüm. Yeşil evin karşısındaki arsaya girip oturdum ve izledim o evi. 27-28 yaşlarında genç bir adam gece balkonda rakı keyfi yapıyordu, masaya mezenin biri gelip biri gidiyordu. “Aşkım” isimli genç bir kadındı garsoluk eden. “Aşkım aşağı”, “Aşkım yukarı” benden haber alamadığında nasıl acı çektiğini gözlerimle gördüm. Ama dediğim gibi acılarının yoğunluğunu kestirebilmem mümkün değil. Gördüklerimi bilirim sadece.

Evli olmana kızmıyorum, bu sorun değil. Duyarlılıkların kademe kademe olmasına kafam bozuluyor biraz. Sana olanlara karşı daha duyarlı kendinin başkalarına yaptığına karşı daha az duyarlı olmak senin en doğal hakkın.

Evet aylardır yazışıyoruz. Beni bir kadın olarak anlamasan da bir insan olarak anlaman hala mümkün. Kaçırdığın noktaya gelince o da şudur; ben aslında, mazoşist bir yaklaşım olarak algılayabilirsin belki, yalnızlığımı seviyorum. O benim sadık yarim, aşıklar bazen birbirine nasıl küsüp barışarak cilveleşirlerse bizde onunla öyleyiz.

Evet beraberce birkaç karakter yarattık ve onları işledik farzet. Eğlenceliydi bence. Kabul et biz birbirinden farklı iki kişiyiz Ural. İki yabancıyız.Dost da değiliz birbirimize fazla sayıda yalanlar söyledik. Güven kayboldu aramızda. Artık ağzımızdan çıkacak her kelime olsa olsa artık ikimizin de dahil olmayı istemeyeceği başka bir oyunun adımları olur..

“Ben hiç pişman olmam.” derdim henüz büyümediğim zamanlarda. Büyüdüğümü kabullendiğimde fark ettim pişmanlıklarımı. Sevgiye dair ne varsa ne kadar da hızlı tüketiyoruz değil mi aşkım? Sevmeler, sevişmeler ne kadar da kutsalmış bir zamanlar. Çok da önemliymiş. Bence duyarlı bir yürek en kolay nasır bağlayanıdır. Kendini koruma altına almak için duyarlı yerlerini dış etkilere derhal kapatmak zorundadır çünkü. O nasır tutmuş yürekle bir daha nasıl sever o da ayrı bir denklem konusu. Artık tek çeşit sevgi var benim için, o da sadece dostluktur, gerçek arkadaşlıktır.

Beni yanlış anlamanı istemem, o kadar serzeniş yüklü ki yazdıkların ama lütfen benim kendimi korumaya çalışmamı anlayışla karşıla.

Mutluluklar diliyorum sana. Ve bol şanslar.

Senin Aylak Serserin,

Elimdeki dosyada e-postalar burada bitiyordu. Kurgu mu gerçek mi olduğunu anlayamamıştım. Hoş kurgu veya gerçek olması da önemli değildi o kadar. En azından kadın karşısındaki denklemi çözmüştü. Yazıştığı kişinin kim olduğunu biliyordu. Bu bilgiler adamı kadın için gerçek kılmaya devam edebilirdi. Son e mail buydu ama dosya burada bitmiyordu. Okumaya devam ettim.






Adam oturmuş dinliyordu uzun süredir. Kadın onu ikna etmeye çalışırcasına konuşuyordu. Onu inandırmak istiyordu. Ama inandırmak istediğini belli ederse ya da üzerine biraz fazla düşerse o ana kadar inşa ettiği her şeyin tepetaklak olacağının da farkındaydı. Temkinli biçimde kuruyordu cümlelerini. Dünyanın bu yöresinde kadın olmak zordu. Adam konuşmaya başladı derken. Kelimeler dudaklarından ahenkli seslere dönüşerek odaya yayılıyordu. Bilinen her kelime onun telafuz edişi ile fazla bilinmeyen anlamlarını taşımaya başlıyordu kadın için. Adam, kadının nasıl doğduğunu anlatıyordu, kutsal bakireden değil, herhangi bir tanrıçadan bahsediyordu belki de. Konuyu ele alış biçimi içine umut verdi kadının karşısındakini aldatmış olmanın hazzını erken yaşamaktan korkuyordu. Gülümsemesinin yüzüne yayılmaması lazımdı, daha çok erkendi. Beklemeliydi.

Bereketin timsali kadın, biliyordu çok zordu ama imkansız değildi. En azından umut edebilirdi. Umut ederek var olabilirdi. Umut? Var olmak? Her ikisine de hakkı olduğu halde yeni bir başlangıcı istemek zor geliyordu. Birden rahibin kelimelerine ne kadar çok özen gösterdiğini fark etti. Bunca kelime aslında kadına bir tek soruyu sorabilmek için ardı ardına dizilmiş upuzun paragraflara eş hacme ulaşmıştı en sonunda. Sormak istediği “Neden?”di. Konuşurken gözleri kadına kenetlenmiş ve ondan bir tek ışık bekliyordu. Ya da bir sıcaklık, ruhunda ufacık bir hareketlenme. Kadının içinde bir kere ne yakaladıysa, çok önceden, aynısını görmeyi bekliyordu. Ama olmuyordu. Kadın dünyayı dinlemeyi bıraktı, içindeki sesi dinliyordu artık.

O hiç kadın olmadı ki” dedi kendi kendine,

Belki de aslında hiç yalnız kalmadı, yalnızlığı ile aşk hayatı yaşadığını zannederken” dedi rahip sanki aklından geçenleri duymuş gibi.

Kadın; “O affeden taraftı, ne affedemediği oldu ne de affettirmek zorunda kaldı kendini çünkü o bir rahipti” dedi içinden konuşarak.

Bir melek mi yoksa şeytan mı?”,Onunla konuşup da bu sorunun cevabını bulan var mı?” diye sormaya başladı kendi kendine. “Ne önemi vardı ki

Kadın çantasını karıştırmaya başladı. Aradığını bulması uzun sürmedi. Çıkardığı dosyayı rahibe uzattı. “Geceye Mektuplar” yazıyordu dosyanın üzerinde. Donuk bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı yüzüne kadın. Başaramamıştı sıcacık bir gülümseme yayılıyordu yüzüne, gözlerinin içine. İçinden tekrar o ses geçti: “O hiç kadın olmadı ki, nasıl anlayacak beni?

Yüzü rahibe dönük duruyordu, gözlerini gözlerinin en derinlerine bırakarak “Başka bir günahta görüşmek üzere” dedi. Bu cümle daha ağzından çıkarken titredi bedeni. Sanki ruhu bir kez daha vaftiz olmuştu. Sonra başkaları da geldi masaya. Konuştular, başka şeylerden söz ederek çokça güldüler. Kadın o dosyayı uzatırken ki kadın değildi artık. Ama rahip hep aynıydı, kadın başka birisi olduğunu sanıp güler ve şakalar yaparken rahip ona bakıyor, en derinlerde neler olduğunu fark ediyordu. Bir ara göz göze geldiklerinde kadın bakışlarını kaçırmak zorunda kaldı. Adam o kadar derinlerine kadar ruhunu okuyordu ki, karşısındaki onun rahibi de olsa bu denli savunmasız yakalanmayı göze alamazdı. Rahip mutluydu bir anlığına da olsa denediğini hissetmişti.

Kalbimizden taşan sevgi, her türlü duyarlılık bizimdir. Buların karşılığını çoğunlukla kalp kırıklığı olarak geriye alırız. Giderek daha az duyarlı olmak, belki de bir daha hiç sevemeyecek denli güvenimizin kırılması pahasına da olsa hep denemeye devam ederiz. Aşk üreten yüreğimizin karşılık olarak alacağı acıysa, kırgınlıksa, burukluksa, kabul edelim bunlar da bizimdir. Hayatın kendisi bir denemeler bütünü değil midir zaten? Denemeler, sayısını hatırlamadığımız yanılmalar. Tecrübelerimizin hepsi pahalı birer özel ders değil mi? Öğrenip öğrenmemek tabii ki kendimize kalmış. Hızlı öğrenen daha az acı çeker. Nihayetinde acı verene evrilebilir şansı yaver giderse. Yavaş öğrenenlerin işi ise çok zor. Alacakları dersler bitmez onların, hep ikmale kalırlar.

Bu ses nereden geliyor?” diye düşündü genç kadın, dönüp sesin sahibi aradı. Rahip değildi, bir an Ural’ın da orada olduğunu sandı. Ama olamazdı onu kendisine taşımaya yetecek bir tane olsun ipucu bırakmamıştı. Masadakilerle vedalaştı. Gözleri rahibin gözlerini buldu, iki sırdaş, iki suç ortağı gibi bakıştılar ayrılırken.

Kadın hızla çıktı kafeteryadan. Birkaç adım atmıştı ki müziğin sesi dinmeye başladı. Kendi ayak seslerini dinlerken “Geceye” dedi kadın, “Geceye bir mektup daha yazmalıyım

Ural, Rahip ve kadın, ayrı ayrı yönlere doğru seyir eden üç insandılar, hepsinin öyküsü farklıydı. Ama gece oldu mu hepsi de aynı yıldızın yörüngesine giriyorlardı.

Kadın kaldırım kenarında bekleyen bir taksiyi görünce telaşla bir işaret çaktı. Şoför kadını gördüğünü belli etmek için farlarını bir yakıp bir söndürdü. Kadın adımlarını taksiye doğru hızlandırdı. İşte tam o anda gökte bir yıldız kaydı. Ural, Rahip ve Kadın yıldız kaydığı sırada üçü de birbirinden habersiz, geceyi dilediler ve hikayelerinin hiç bitmemesini.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar