13 Ocak 2011 Perşembe

Ölüme Yakın Duran Kedi

Çocukluğumda evimizin kapıları kedilere açıktı. Zaman zaman onları sahiplenmeye çalışırdık, evimizin daimi konukları olurlardı. Kediyi sahiplenmek mi? Bu konuda yanıldığımı anlamak için senelerin geçmesi gerekiyordu henüz. Siz kedileri değil kediler sizi sahiplenir, sahiplendileri müddetçe kalır, sıkıldılarmıydı gidebilirlerdi. Bazı kediler hep kalırlardı kedi ömürleri müsade ettiği müddetçe o da.


Kedilere evini açanlar bilirler. Kedi ölüme yakın durdu mu ortadan kaybolur. Yine sizinle aynı çatı altında kalır, ancak sizin insan gözü ile farkedemeyeceğiniz ancak kendi kedi gözünün çok önceden seçtiği gözden ırak düşecebileceği bir kuytuya saklanır ölmek zamanı geldiğinde. Çocukken kedilere dair dikkatimi çeken bir şey hastalandıkları zaman tüylerinin bayat balığa benzer bir kokuya büründüğü ve o koku duyulduktan sonra seçtikleri köşeye saklanmaya gittikleriydi. Kediyi ne kadar seviyor olsanız da, onu saklandığı yerden çıkarıp alıp kendi yaşam alanına çekiyor olsanız da, onun yine başı öne düşük kuyruğu bacaklarının arasına sıkışmış vaziyette çıkarmaya çalıştığınız gizli, huzur veren son yuvasına geri döneceğiydi.


Tüylü sakin dostlar ölümü ve acıyı paylaşmayı sevmiyorlardı. O son anları huzur içinde bir başlarına yaşamayı seçiyorlardı. Ölümün elinden tutup sizi bırakarak gittikleri gün arkalarından gözyaşı dökmeniz, bahçenin yine kuytu bir köşesine gömerek yasını tutmanız ise serbestti.


Geçtiğimiz yaz, zor günlerin yazı idi. Hastane yaşamına dair tecrübe edinme yazı idi. Annemin geçirdiği iki ameliyat sonrasında yaklaşık kırk gün kadar İstanbul’da bir hastahanede refakatçi günleri idi. Refakatçiler arası dostluğu, paylaşmayı öğrenme yazı idi.


Kedisever refakatçiler bahçedeki kantini ev bellemiş bir kedi ailesini kaşarlı ve sucuklu tostlar ile yada günlük tabldottaki yemek artıkları ile besliyorlardı. Anne kedinin bir gözü mavi diğer gözü tuhaf bir yeşil renkteydi. Üç yavrusu vardı; gri, alacalı ve tekir yavrular. Anne kedi bahçedeki kameriyelerden ağaç altında olanın üzerine zıplıyor ve yavrularını orada emziriyordu. Kameriyenin üzerinde temmuz güneşine kendini siper eden bir ulu ağacın ağacın gölgesi sayesinde kurtuluyor, yavruları süt emerken o yarı aralık gözlerini gurulu biçimde kırpıştırıypordu. Kameriyenin üzeri sadece hasta odalarından görülebiliyordu. Kediler için huzurlu bir köşe yaratırken kameriyenin çatısı, insanlar için birazcık gölge ve biraz esinti sağlıyordu. Ta ki drama sever bir kadın çığlığı temmuz sıcağını yırtasıya kadar:

- Ay burda kediler var.

Kadının canhıraş halini duyan godzilla benzeri bir yaratığın pençesi altında son nefesini verdiğini zannedebilirdi. O kadar uğursuz bir çığlıktı. Ben hasta odasının penceresinden aşağıya bakıyordum. Kedi her zamanki gölgesinde gözleri yarı kısık, minik kediler süt emmekten yorgun düşmüş uyku ülkesinin rehavet yüklü kapılarına serilip kalmışlardı. Kedileri benim gibi beslemekten hoşlanan bir kadın aşağıda çay içiyordu. Kantindeki görevlinin eli gölgedeki gri kediye uzanıp boynunda yakaladı aniden ve çekmesi ile minicik kafasını koparması bir oldu.

Ben aşağıya koşarak indiğimde diğer iki yavru da aynı akıbeti paylaşmış anne kedi kaçmıştı. Kedisever kadın çığlık çığlığa bağırarak bu yaptıklarının insanlık dışı olduğu haykırıyor, kantin görevlileri ve kantin sahibi deli kadın rolünü uygun gördükleri kadını alaycı bakışlarla – suskun - izliyorlardı. Çöp kutularından birisinin ağzını örten mavi naylon parçası rüzgar ile kıpırdayarak açıldıkça içeride birbirinin üzerine atılmış tekir, alacalı, gri tüy yumakları gözüküyordu.

Kadının isyanına bende katıldım ama kantinin suskun ve doğulu insanları ile iletişim kurmaya çalışmanın yararı olmayacağı belli olmuştu. Kadın bana dönerek “başhekime çıkıp şikayet edelim bunları” dedi. Başhekimin odasını bulduk, sabırla odasına dönmesini bekledik. Geldiğinde ısrarımızdan bıkan görevliler yanına girmemize izin verdi. Olayı anlattık kendisine. Başhekimin sözleri şaşırtıcıydı ancak şaşırtmamalıydı. Bu ülkede yaşıyorduk, kimse bir işe elini atmak, tabiri yerinde ise kimse yaralı parmağa işeyip bir nebze olsun faydalı olmak istemiyordu. Şunları söyledi sayın başhekim doktor:

- Bu işe beni karıştırmayın.

Kadınla birbirimize bakakaldık ve odayı terkettik. İkimizde susuyorduk geri dönerken. Susmak en kolayıydı.

Kantinden geçerken kantin sahibinin çalışanlarına taslar içinde kuruyemiş ikram ederek ödüllendirdiğini gördük. Ne de olsa üç kedi yavrusu ve iki zibidinin olay çıkarması hadisesini bertaraf ettiğinin bilincindeydi adam.

Kediyi aradık bahçede, kameriyeden biraz uzaktan kuytu bir delip bulmuştu. Korku ile bakıyordu resmini çektiğimde. Kadın eğilip okşadığında kaçmadı. Kıpırdamadı bile. Sonra hastane odasına doğru yola koyulduk. Kadın ellerini kokladı, bana dönerek “biliyor musunuz, kedi balık gibi kokuyordu” dedi.


8 yorum:

  1. yazının basını okurken gozlerım doldu
    bı sure once kedım jale de boyle bı kenara cekılıp ortadamn kaybolma gıbı hareketler sergılemıstı

    ona olan sevgım o kadar fazla kı
    bayagı bı zorlandım

    Allaha cok sukur kı toparladı


    yazınızın ortalarına dogru geldgımde
    devam edemeycegımı anladım

    yazınız cok guzel yasanmıslıklarla dolu

    ama o kadar ıcımı acıtıyor kı bu olaylar tesırınden cıkamıyorum
    uykularımı boluyor o nedenle bıtırmeedım

    ne dılıyorum bılıyor musunuz

    sızın gıbı hayvanseverler
    ıyı guzel ınsanlar cogalsın
    onların dılınden anlayyan onları kollayan ınsanlar cogalsın

    dılegım budur


    sevgılerımle

    YanıtlaSil
  2. Öykü;

    Acınızı çok iyi anlıyorum. Evimizi paylaştığımız minik dostlarımızdan birinin aramızdan ayrılıp gidivermesi kolay değil.

    Yarıda bırakmak bir yerde iyi olmuş çünkü sonu çok üzücü.

    Ne desem bilmiyorum. :(

    YanıtlaSil
  3. Nefes alıp veren, gözlerini açıp kapayabilen mini minnacık sevimli kedi yavrularına açımadan kafalarını koparabilecek vahşi insan müsveddesi bile olamayacak hayvanların (desen değmez hayvanların bile vicdanı, ruhu var) yok yok cibiliyetsizlerin çoğunluğu oluşturduğu bu ruhsuzlar ülkesinde bizim gibi böyle olayları kana donarak izleyenler ne yazık ki daha çok acı çekecek gibi gözüküyor. Çok fena çok ama en fenası da elimizden hiçbir şey gel(e)memesi.

    YanıtlaSil
  4. senin arkadaşım bu konuda harika bir öykü yazacağına o kadar eminim ki mimlemeden duramadım. dilerim yazarsın :)))

    http://beenmaya.blogspot.com/2011/01/deger.html

    YanıtlaSil
  5. İnsan özünde iyidir diye bir laf vardır ya. Her geçen gün bunun bir yalan olduğunu, özümüzün aslında gayet kötü ve vahşete müsait olduğunu görüyorum.

    İlahi adalet diye birşey varsa hakikaten - çünkü dünyevi adalet diye birşey kesinlikle yok - aynı şekilde cezalarını bulsunlar isterim, masum canlara bu şekilde kıyabilmenin hiçbir meşru yanı yoktur. Allah o cırtlak kadının da, başhekim olacak müsveddenin de ayrı ayrı belalarını versin.

    YanıtlaSil
  6. ben böyle bir olaya şahit olmak istemezdim. kedileri sizin kadar sevdiğim söyleyemem ama bunu görmeye asla dayanamzdım.

    YanıtlaSil
  7. çok üzgünüm şiddeti bunca alışılmış hale getirmiş ve kabul etmiş bir toplumda çocuklar büyüdüğü için! kalbim acıyarak okudum yazınızı...

    YanıtlaSil
  8. İnsanın ne kadar zalim olabileceğini kabul et diyorum kendi kendime ama her seferinde yine de dehşete düşmekten kendimi alamıyorum. peki ama bunlara insan denebilir mi?

    YanıtlaSil

Yorumlar