20 Ekim 2010 Çarşamba

Balık

Balık tüketimine asla sıcak bakamadım. Arkadaşlarla gidilen yemeklerde ya da iş için gidilen mekanlarda mecbur kalmadıkça kendime balık yemeklerinden birini sipariş etmekte hep isteksiz davrandım. 30 yaşıma gelinceye kadar tabağımda balık görmek istemeyen biriydim. Sonradan sonradan bu konudaki yabaniliğimi silmeye çalıştım. Diğer deniz mahsullerini ve bunları içeren yemek türlerini tüketmeyi severim ama iş balığa gelince bir başka oluyorum. Hatta isteksizliğimden geçtim, balık çeşitlerini de pek tanımam. Renginden ötürü sadece barbun mudur nedir onu biliyorum. Küçük olan bir balık türü var ona hamsi deniyor ama bazen nedense o küçümen şeylere papalina da dendiği oluyor. Ben de kendimi zorlamıyorum bu konuda. Tanışmaya fazla niyetim yok zaten. Evde balık pişmesinden bile hoşnut olmuyorum, o koku uzun süre evden çıkmayacakmış gibi geliyor, neşem kaçıyor.

Balık tüketiminden kaçınmamın türlü sebebi olarabilir aslında, işte onlardan anımsayabilğim bazıları şöyle:

Çok küçüktüm. Beş yaşındaydım sanırım ve o küçük - hala daha küçük - taşra kentindeydik. Annemler İstanbul'a tayin olmuşlardı. Orada bir ev tutulunca ben de yanlarına gidecektim. Anneannemlerde kalıyordum. Telefon yoktu evde. Bir akşam sofrada balık vardı. İştahla yeniliyordu balık. Yanında da marullu, turplu, limonlu nefis bir salata vardı. Anneannemin bahçe kapısında bir motorsikletin durduğunu duyduk. Gelen postahane görevlisiydi. Eskiden o kentte telefonunuz olmasa da bir yakınınız sizi bulunduğu şehirdeki bir evden ya da bir postahaneden telefonla arar ve sizin şehrinizdeki postahane görevlisi saat kaç olursa olsun motorsikletinin üstüne atlar, gelir kapınızı çalar telefonun diğer ucunda sizi birinin beklediği haberini verirdi.

Telefon hayatlardan bu denli ırak olunca da postahane motorsikletinin sesi, bilhassa hava karardıktan sonraki saatlerde pek hayra yorulmazdı. Kimin kapısında durmadıysa o evin ahalisi gecelik kendilerini şanslı sayar, pencere arkalarında derin bir oh çekerlerdi. Kapısı çalınan evde ise telaş başlardı.

Görevli kapımızı çalınca anneannem, dedem, teyzem ahlar ve vahlar içinde acaba kötü bir haber mi diye ayaklandılar. Ben de ağzıma aldığım balık lokmasını olduğu gibi çiğnemeden olanca kılçığı ile yutuverdim. Yutmamla birlikte boğazımda şu an bile tarifsiz diyebileceğim şiddetli bir acı hissettim. Önce sustum. Suskunluğum dikkat çekmeyince bastım çığlığı. Kapıya koşuşan ev ahalisi benim başımda birikti. Boğazına kılçık irisi saplanmış beş yaşındaki bir çocuk olarak ciğerlerimin kuvetinin yettiği kadar avaz avaz ciyaklıyordum.

O halde rotamızı önce postahaneye çevirmişken, kılçığın vehameti üzerine kendimizi hastahanede bulduk. Haber iyi miydi kötü müydü kimse düşünmedi o an. Ne yapıldı ne edildi tam hatırlamıyorum. Çok korkmuştum, canım çok acımıştı. Kılçıktan kurtulduktan sonra bile bir müddet boğazımda anjin olduğum zamandakine benzer bir sızı hissetmiştim. Sonraki on yıl evde ne zaman balık pişse boğazıma bir ağrı saplandığını söylememe alıştı bizimkiler.

Böylece balık yemekten kurtuldum kurtulmasına ama balıktan elde edilen bir başka ürün yapıştı yakama okula başlamamla birlikte. Doğru düzgün okula gidilirken bir gün aniden benim zayıf olduğuma hükmedildi. Doğru doktora. Doktor her sabah balık yağı içmem gerektiğini söyledi. Her sabah balık yağ içecek bir çocuk olma fikri hoşuma gitti nedense o anda. Hemen eczaneden balık yağı alındı ve ertesi sabah bir çorba kaşığı dolusu bana uzatıldı. Yok bir dakika balık yağı denememiş olan bilmez. Balık yağı iğrenç kokusu, iğrenç tadı, iğrenç görüntüsü olan kısacası ipiğrenç bir şeydir. Benim bunu anlamam uzun sürmedi. Kendimim diye demiyorum zeki çocuktum. O kaşık ağzıma uzatılırken beni bekleyen lezzet deneyiminin ömrümün geri kalanına kötü tesir edeceğini şıp diye anlayıp, koşarak oradan uzaklaşmaya başladım. Kaçmaya çalıştığım yere bakar mısınız: Okul.

Annem arkamda ben önde ev ile okul arasındaki o yolu farklı semtlerde, kenterde kaç kez koştuk hatırlamıyorum. Saymadım. Ama çok sayıdaydı. Kaçışlarımın hiç birisi başarılı değildi. Hep kaçtım. Hep kovalandm. Hep yakalandım. Burnum hep annemin iki parmağı ile kapatılarak o dolu kaşık boğazımdan aşağıya boca edildi. Balık yağını benim için sevimli ya da katlanılabilir hale getirmek üzere içine rendelenmedik sebze, meyve ya da hububat kalmadı. Yok, yok, yok olmadı. Hiç birisi o yağı sevimli hale getiremedi. O zıkkımı asla kendi rızamla içmedim.

Uzun müddet geceleri başımı yastığa koyduğumda; "Balık yağı içirdiğimiz için öldü bu, keşki içirmez olsaydık" diyerek naaşımın ardından üzülen bir akraba kabalığı hayal ederek ne intihar planları yaptım, ne şaşalı hayali cenaze törenleri düzenledim. Hiç birisini uygulamadım tabi o ayrı.

Öğlenci olduğum bir gün okula gitmeden önce bir çocuk dergisinde bir balık öyküsü okudum. Bir balık ailesi vardı. Anne balık, baba balık ve yavru balıklar. Bir martı gelip önce baba balığı hemen ardından da anne balığı yiyordu. Çocukları anne ve babalarının kılçıklarını suda salınırken görüp ağlıyorlardı. Nasıl üzüldüm o balıkların haline ve suda yüzen keder dolu kıçıklara anlatamam. Yıllarca balıkların da birer ailesi olduğuna, evimize giren her balığın bir anne ya da baba balık olduğuna, akşam yuvalarına dönmedikleri için arkalarından üzülüp ağlayan bir sürü yavruları bulunduğuna inandım. Ama sonradan "En azından kılçıkları denize değil çöpe atılıyor" diyerek kendimi teselli ettim. Böyle bir hikaye çocuk dergisine niye koyulur o kısmı hele hiç anlamadım.

İlk okul dördüncü sınıfta okul değiştirdim. İlk dört yılımı dört ayrı okulda okuduğum için bu değişikliği normal sayıyor olmam gerekirdi. Ama o seneki sınıf öğretmenim sevimli çocuk numaralarına katlanamıyordu. Numara yapmanıza gerek yoktu sevimli, sempatik falandıysanız şayet yanmıştınız, numara yapıyor olmakla mimleniyordunuz. Malesef ürkütücü topuzlu, iri kıyım öğretmen hanımla yıldızımız hiç barışmadı. Hatta bir gün bana şiddet uygulamaya kalkıştığında o dönem moda ola karate filmlerinden kaptığım iki numara ile ben de ona o anda istemeden şiddet uyguladım. Ayıp oldu ama napayım, böylece birbirimizden uzak durmasını öğrendik. Beşinci sınıfta yine tayin sebebiyle yer değiştirince tamamen kurtuldum kendisinden.

İşte bu cevval öğretmenimiz, bir gün sınıfta aniden; "Bakalım hanginiz bilecek, balıklar su altında niye konuşamaz?" diye sordu. Sınıfın tamamı cevaplayan çocuk olabilmek için deli gibi parmak kaldırırdığı halde neden tek parmak kaldırmayan beni durduk yere seçip "Sen söyle bakalım" dedi hiç bilmiyorum. Ben de o deli saçması çocuk dergisinde okuduğum bir fıkradan ilham alıp sınıfı şenlendirmeye özendim. "Öğretmenim sizin de başınızı suyun altına soksak konuşamazsınız ki" dedim. Cümlemi bitirince sınıfta önce anormal bir sessizlik oldu. Hemen ardından otuz kadar çocuk zincirinden boşanmış manyaklar gibi bağırarak en tiz perdeden kahkahalarını koyverdiler. Çıkan gürültü olağanüstü biçimde ilham vericiydi. Yarattığım kaos acaip ihtişamlı geldi bana. Şaşkınlığı kısa süren kadın, derhal öfkesinden zıp zıp zıplama pozisyonuna geçti ve kendi sesinin en yüksek perdesinden çığlık atma performansını sergiledi. Bunun üzerine herkes sustu. İstediği sessizlik sağlanınca öğretmenimiz beni koca sınıfın önünde aşağıladı. Çok içerledim. Yine de altta kalmamak için karşılık verince beni sınıftan attı. Sınıftan ilk kez atılıyordum. Gururum elbette ziyadesi ile kırıldı.

İşte bu sebeplerden uzak durdum balıklardan.


22 yorum:

  1. Oldukça geçerli nedenler ))
    Ne mutlu bana ki hiç böyle anılarım yok ve balığı çok seviyorum )

    YanıtlaSil
  2. Büyük kızım ev de balık piştiği gün başına bere takar:) saçlarına kokusu siniyormuş. Kalmara, midyeye bayılır, balıktan nefret eder.
    Balıklardan sizin kadar zarar gören biri daha yoktur herhalde:)

    YanıtlaSil
  3. Dalgaları Aşmak;

    Benimkisi şanssızlık belki. İmrenmiyor değilim balık seven arkadaşlarıma ama anıların izlerini yene yene bu kadar ilerleme kaydedebildim. :)

    YanıtlaSil
  4. Laleninbahçesi;

    Kızınızı çok iyi anlıyorum. Benim balık sevmeyişii bir mantığa oturtamıyorum ama insanoğlu tuhaf işte her birisini ayrı bir farklılığı var.

    Kılçık konusu beni cidden hırpalamıştı o dönem.. Hala daha balık yerken yarısını tabakta bırakım bir kılçık tehlikesi daha yaşamamak için.. ))

    YanıtlaSil
  5. ben kırmızı et ve tavuk yıyemıyorum

    tamamıyle duygusal nedenlere dayanıyor bu yaklasımım

    onlara bakıs acımdakı sevgı bı sure sonra hıc et yememeye dogru yonlendı
    kendılıgınden oldu bu

    et olark bı tek balık yıyorum

    proteın ıhtyacı bundan karsılanıyor

    anlattıgınız sekılde cocklugumuzda yasadıklarımızın bugun kı hayatımıza yön vermesı knusunu da
    bı cok alanda yasıyoruz..

    YanıtlaSil
  6. Sizin yazdığınız cümle: "Bir martı gelip önce baba martıyı sora anne martıyı yiyordu."

    Ve ukala redaktör Jayne der ki, "Bir martı gelip önce baba balığı sora anne balığı yiyordu."

    Velhasıl, ne güzel bir yazı olmuş, hem güldüm, hem düşündüm okurken. Balık yağı iğrenç (iyyreeenç) bi şey, evet, bir de ufak çiğ yumurtayı kaşığın içine kırıp zorla içirirlerdi ya, ne boktan bir hadisedir o da öyle. neyse, kolaylıklar dilerim efem.

    YanıtlaSil
  7. Öykü;

    Hayat bazı seimleri farkında olmadan yaptırtıyor belki de hepimize değil mi? :)

    YanıtlaSil
  8. Jayne;

    Asla ukalalık değil, bilakis teşekür ederim. Ben bu hatayı belki haftalar sonra görür düzeltirdim, belki de hiç görmezdim. AMa imdi hemen gidip editliyorum :)

    Balık yağının içine bir de yumurta iyi ki olmamış hayatımda o zaman daha kimbilir nelerden vazgeçmiş nelere alışmaya çalışıyor olurdum tahmin edemiyorum bile..

    YanıtlaSil
  9. çocuk gelişiminde anılarının ne kadar etkin olduğunu anlatan anı yazınız çok içten ve öğretici..bloğunuza giren genç ebeveynlere güzel bir mesaj olmuş bu paylaşımınız..

    YanıtlaSil
  10. crazywomenrosemary;

    Haklısını zufaık bir detay bir ömrün üzerinde kocaman bir iz bırakabiliyor aslında.

    YanıtlaSil
  11. Şu balık yağı zulmüne maruz kalan çocuklardandım ben de! Küçükken çok zayıf olduğuna hüküm kılınmış zavallılardan biri olarak beni de zor günler bekliyordu. (ayrıca bence şu an "balık" etli olmamın sebebi de o hain balık yağlarıdır!!! Bu yüzden de kızgınım; çünkü okuduğum bir yazıya göre çocuklukta vücudun depoladığı yağ ileriki yaşlarda kalıcı bir yağ dokusuna sebep oluyormuş.)

    O koku, ah o koku yok muydu dillere destan... Fakat sonra o da nesi! Kapsülü çıkmıştı bunların, KAPSÜL BALIK YAĞI, büyük devrimdi, artık yağı yağ haliyle değil sempatik bir uzay mekiğinin içindeyken hüpletiyordunuz, çabucak ve kokusuzdu. Fakat fayda etti mi? Etmedi elbet...Sevinçler kursaklarda kaldı. Midenin kapsülü hazmedişi sırasında işte o ciğerleri deşen tat ağza doğru geri geliyordu. Hala burnuma geliyor, fena oluyorum, yazını okuduğum süre boyunca bu kokunun bana eşlik etmesi de beni benden aldı ama yine de sonuna kadar okuyabildim.:)

    Paylaştığın için teşekkürler Vladimir. (Aayrıca yaşına dair küçük bir ipucu da alındı artık!)

    YanıtlaSil
  12. D. ;

    "Balık yağı zulmüne maruz kalan çocuklar.." :D :D :D Çok iyi ya..
    Çok güldüm.. Evet bu zülmü gören bir kaç nesil yetişmiş omalı.

    Bir de ben de sonradan balık etli oldum. Sebebi bu olabilir hakikaten de?

    YanıtlaSil
  13. :(( geldimiki benim yorumum şimdi :((
    gelmediyse diye bir daha yazıyorum gerçektende balıklarla ilgili güzel anıların yokmuş ama öğretmene verdiğin cevaba bayıldım :))
    birde "Vladimir" adını sevdim bende başta yazması zor gelmişti ama sanırım artık alıştım :)

    YanıtlaSil
  14. Tabiat Ana;

    Şimdi geldi ilk kez yorumun. Bana da oluyor bazen yprum yazıyorum gidip gitmediğinden kuşku duyuyorum.

    Öğretemene verdiğim yanıt o dönemki çocuk dergilerinden birinde okuduğum fıkraydı. Çocukların hepsi o fıkrayı biliyordu ondan delice gülmüşlerdi. Hem hocanın ki de soru mu yani. Belki de konuşuyorlar biz bilmiyoruz.. Değil mi?

    Vladimir'e ben de alıtım, hatta geçen gün Abi'ye iyi kide Vladimir seçmişim, ya Raskolnikov falan olsaydı demiştim. O zaman ben bile alışamazdım heralde.

    Teşekkürler. :)

    YanıtlaSil
  15. ah canım yaa.ne travmatik bir durummuş bu. :(

    YanıtlaSil
  16. http://www.ntvmsnbc.com/id/25139863/

    Yedik bitirdik manşeti ile çıktı ekim ayı national geo dergisi yukarda bahsedilen konu ile ilgili bir araştırma da var.

    bilim adamları bir süre balıklardan insan elinin uzak durması gerektiğini savunuyorlar zaten

    neyi bitirmedik ki gerçi:)

    YanıtlaSil
  17. Ayşegül Kuş;

    Travmayı artık atlattım sanırım.

    YanıtlaSil
  18. Maximehmet;

    Bu uyarıyı gene kimse dikkate almayacak sanırım. Gözgöre göre herşeyi yokedeceğiz.

    YanıtlaSil
  19. Vladimir;

    Herkes balık yesin diye çıkmalı aslında bilim adamları

    malum herşeyin tersini yapma merakı var bizde
    :)

    YanıtlaSil
  20. MAximehmet;

    Haklısın :)) herşeyimiz tersine.

    YanıtlaSil
  21. Usta, senin kılçık işi çıkınca postaneye neden gidildiğini atladığımızı sanma..:)

    YanıtlaSil
  22. Abi;

    O iş yattı orda malesef :p

    YanıtlaSil

Yorumlar