22 Ocak 2010 Cuma

Nasıl Çekelim?

Kenarından tutup çekelim, ağırsa her birimiz bir kenarından tutup yardımlaşa yardımlaşa çekelim derim yukarıdaki soru bana gelse. Ama yok öyle konuya lap diye dalmaca, lafı uzatasım var şimdilik.

Bir kere artık Twitter'e girdim, epeydir kayıtlıydım orada bir kenarda durup duruyordu, daha aktif bir kullanımım olacak. "Hakikivladimir" ismi ile beni arayan orada bulabilir. Her dakika bir vecize twittliyorum. Kuş gibi cik cik cik ne güzel, bir de bilumum dedikodu elimin altında bu da büyük bir kolaylık. Evdeki PC bana aylardır oyun ediyor blogspot’a doğru dürüst giremiyorum, main sayfada şifre gireceğim yer açılmadığı için anonim anonim bakınıyorum. yazılarımı evden iş yerine elekronik postalayıp yapıştırıyorum. Elim varıp da bu durumu çözesim bile gelmiyor, wordpress’e geçmem an meselesi. Neyse bu Twitlemece beni bir müddet evde meşgul tutar.

Ekim ayının sonlarında filmi çok sevip benimseyip Paranormal Activity ile ilgili bir yazı yazmıştım. O günden beri en çok ziyaret edilen yazım o olmakta. “Katie ile Micah gerçekten yaşadı mı?”, “Katie ile Micah’ın gerçek sonları bu mu oldu?” dallarında sorgu sual yapana blogumun kapılarının açılıyor olması, Googlle’ın Türkçe sayfalarında paranormal aktivite arayanların beni buluyor olması bir süredir beni kışkırtıp duruyor çok eskiden izlediğim başka bir paranormal aktivite filmini internet üzerinde arıyor bir türlü bulamıyordum. Amazon’a da bu film için para vermeye kıyamıyordum. Geçtiğimiz Pazar çalışma odasında bir sebeple gözümü raflarda gezdirirken aylardır aradığım “The Entity” filmini karşımda görünce sevindim. Benim satın alıp da izlemediğim filmler efsane olur, efsane.

The Entity şu aralar moda olan filmin konusunu biraz daha Holywood kalıpları içinde ele alan bir film. Bizde “Karabasan” adı ile gösterilmiş, Amerika’da yaşanmış gerçek bir olaydan hareketle senaryosu oluşturulmuş bir film. Yönetmeni Sidney J. Furie, Başrolleri Barbara Hershey’in dudakları silikonsuz hali Ron Silver’ı nher zamanki hali paylaşıyor. Carla Moran adlı otuzlu yaşlarında, üç çocuklu dul kadın gözle görülemeyen bir varlığın cinsel tacizlerine maruz kalmaya çalışıyor. İkinci saldırıdan sonra yenilgisini kabul edip boyun eğmeye razı gelmiş görünse de bu varlıktan kurtulmak için bütün kozlarını oynamaya çalışıyor. 1981 yapımı bu filmi 2010 yılında izlerken zamana karşı iyi dayanmış bir film olduğunu görüyorum. Aynı dönemlerde çekilmiş Poltergeist serisi gibi gülünecek tarafı yok çünkü Gerilim birden kucağınıza düşüyor ve bilinçli olarak seyirciye arada soluk aldırıp, arada germeye devam ediyor. Barbara Hershey hayatının oyununu çıkarmış. Mekanik efektler arasında oyunculuğundan taviz vermeden Carla’nın başına gelenleri inanılır kılabiliyor.

Filmin sinir bozucu yanı finalden sonra geçen yazılarda anlatılanlar. Çaresizlik duygusu yazılar akarken büyüyor.

Filmi izledikten sonra geçenlerde satın aldığım bir kitabı okumak için yatağa kuruldum. 125 dakika boyunca ful paranormal aktivite izlemiş bir Vladimir’in başına beklediğiniz şey gelmedi, korkmayın. Guillaume Musso’nun “Çünkü Seni Seviyorum” isimli romanına o günden beri her gece yeniden başlıyorum. Kitabın arka kapağında yazanlar şunlar “Beş yaşındaki Layla, Los Angeles'ta büyük bir alışveriş merkezinde kaybolur. Anne ve babası bu acıyla başa çıkamazlar; hayatları tamamen değişmiş, ilişkileri tükenmiştir. Tam beş yıl sonra, aynı tarihte ve tam kaybolduğu yerde ortaya çıkar küçük kız. Ancak konuşamamaktadır. Anne ve babası kızlarının bulunmasına sevinmiştir, fakat bu sevinç cevaplanması zor soruları da beraberinde getirir. Layla bu beş yılı nerede, kiminle geçirmiştir? Ve asıl önemlisi, neden dönmüştür?” Merakla geçecek saatle vadeden bu kitabı daha ilk sayfada takılıp kalıp ilerleyememek de tamamen benim sinamekiliğim olsa gerek.

Kitaba başlıyorum yılın en soğuk günlerini tasvire başlıyor yazar, çevirmen de bu çabaya ortak oluyor dilimize kazandırırken. Hava o kadar soğuk ki her şeyi ağır çekimde izler gibi oluyorsunuz ki işte benim takıldığım o “ağır çekim” lafı üzerine kitabı alıp kenara koyuyorum. Slow motion söz konusu olduğunda ağır hareket eden görüntüler önümüze serilir sinemada ya da televizyon ekranlarında. Ama bu görüntüyü elde etmek için ağır ağır çekmezsiniz, çünkü filmlerin gösterim hızı aynıdır. Eğer ağır çekerseniz 100 yıl öncekiler gibi hızla yürüyen insanlar, hızla giden trenler görürsünüz. Ağır ilerleyen görüntü elde etmek için normalden daha hızlı biçimde çekmeniz lazım ki bir ana birden daha fazla anın görüntüsünü sığdırabilesiniz ve bunları her zamanki hızda gösterdiğinizde şekiller ağır ağır hareket ediyormuş gibi gözüksün. Uzun lafın kısası slow motion lafını hangi hızlı düşünen cevval çevirmen dilimize ağır çekim diye kattıysa o hata o gün bu gündür dilimizde. Gelelim soruya. “Nasıl Çekelim?” Sorusuna. Nasıl çekerseniz çekin, lütfen ağır çekmeyin.







1 yorum:

  1. Buldum twitter'de kaçar mı hemen ekledim. Çok nadir bakıyorum oraya. Ben genellikle sana anlatığım yerdeyim. Gerçi orada olacağın zaman sinirlerini aldırman lazım. Gerçi gırgır şamata oluyor. Seviyorum orayı. Evdeki pc sorunun halen devam ediyor. Umarım en yakın zamanda sorunu haledersin.

    The Entity izlemedim. İzlemeyi düşünmüyorum. Kalbim dayanmaz. Korku ve gerilim dolu bir film bana göre. En son izledim film Kanalizasyon. Okan Bayülgen'in oynadığı film... Küfürü ama ders nitelikli.. herkes farklı yorumluyor..

    Nefesi'de izledim ve etkilendim.

    Nasıl Çekelim..Sağdan soldan aşağıdan yukardan ama yavaş değil hızlı..

    YanıtlaSil

Yorumlar