6 Ocak 2010 Çarşamba

La Defogliazione

Onu son gördüğümde bir dizini yere dayar gibi yapmış, başını önüne eğmiş ayakkabısının bağcığını bağlıyordu. Tercüme bürosunda benimle birlikte asteğmenlik yapmış askerlik arkadaşımdı Namık. Hiçbir kalıba girmeyen, dizginlenilmeyi sevmeyen, kendi öfkesini de dizginlemeyen bir adamdı. Pardesüsünü pelerin gibi omzuna koyarak merdivenleri inerken onu görünce “bu askerliği a.q.du bunlar” diyen bir üst rütbeli subaya, hiç düşünmeden “ne diyor bu ya?” diyebiliyordu. Hiddetlendi mi gizlemeye gerek duymayan özgür bir ruhtu. Yaşça bizlerden büyüktü ama yaş farkını kafaya takmayan tiplerdendi. Fransızca, İngilizce ve İtalyanca tercüman aramızda gayet iyi anlaşıyor, askerlik gibi değil de sanki modern bir işyerinde yarı ayık günlerimiz alkol buğusunun arkasından izliyorduk.

Nasıl ve ne kadar biliyordu, hatta bildiğine dair kuşkularım vardı ama askerliğini İtalyanca tercüman olarak yapmıştı. İşini seven bir iç mimardı gerçek hayatta. Askere giderken İtalyancaya onun yüzünden merak salıp bir yıl kursa gitmiştim. Bana verdiği İtalyanca deyimler kitabı hala kitaplıkta bir yerlerde duruyor.

Askerlikten sonra da bir müddet görüştük onunla. Ankara’ya yolum düştüğünde eskisi gibi içmeye çıkardık. Onun ev dekorasyon maceraları ile benim macerasız dümdüz hayatımdan izlenimlerimizi değiş tokuş ederdik. Zaman başka insanları sokuyor hayatımıza, yer açarken diğerlerini dışarıya çıkardığımızı farketmiyoruz bile.

Benim için çok tuhaf bir telefon görüşmesi yaptım geçtiğimiz günlerde. Konuştuğum kadın Namık’ın Ankara’da askerlik süresince bulunduğu Anıtkabir yakınlarındaki apartman dairesinin ondan sonraki kim bilir kaçıncı kiracısı ya da ev sahibiydi.

Yıllardır ismini bile düşünmediğim birisi ile aynı mekanı farklı zaman dilimlerinde paylaşan birisi ile konuşuyor olmak tuhaf bir duygu haline soktu beni. İş ile ilgili telefon görüşmelerimde halkla ilişkiler yüzümü giyinirim her zaman, aynı elbiseyi sesime de giydiririm. Gülümseyen, mesafeli bir ses. Adres eşdeşliğini fark ettiğim andaki sesimdeki gülümsemeyi tarif etmeye kalkışacak olsam; bozuk bir buzdolabı gülümsemesine benzetebilirim ancak. Aynı yerle, aynı ben, seneler sonra konuşuyorum ve oradan başkası cevap veriyor, üstelik farklı bir telefon numarasından. Kirli sokak, numara iki daire 2, parka bakan salon bahçesi, salondaki kör şömine.

Telefonu kapattıktan sonra eski kiracısını aramayı düşündüm. On yılı aşan bir süredir görüşmüyorduk. Ankara’da iş için bir süre kaldığım oteli telefon birkaç kez ile aramış, bir akşam çıkalım eskisi gibi Karpiç’te takılalım demiştik ama bir türlü zaman uyuşmazlığını aşamamıştık.

İnternette arattım Namık’ı. Ya Ankara’da ya da Bodrum’da karşıma çıkacağını umuyordum. Bodrumluydu, annesi geleneksel kıyafetlerini bırakmamış has Anadolu kadınlarındandı. Namık lükse markaya tutkun bir tipti ama yakın akrabalarını gizlemeye kalkışan bir tip asla olmamıştı. Oysa iki takım elbise giyince yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeyenlerin sergiledikleri tek perdelik komedileri çok görmüştüm. Bugün ailesinden utanan yarın hiç kimseyi beğenmez. Sığlığın o kadarına demir atmanın lüzümu yok zaten, hemen topuklamak lazım.

Son görüşmemizden beş yıl sonra Ankara’da gripten ölmüş. İnternette okudum, iki ay süren ihmal ettiği bir grip üzerine hastaneye yattığında artık çok geç kalınmış. Bir ölümü kimin ile paylaşırsınız? İstanbul’daki Fransızca tercümanı aradım, o da bilmiyormuş. Karşılıklı kırık buzdolapları gibi gülümsedik bir müddet birbirimize. Önce bizler hayatımızda yer açıp başkalarını karşılıyorduk sonra da hayat yer açıyordu işte yeni gelenlere. Yaprak dökümü denilen, böyle başlıyordu anlaşılan.



Namık Nalbantoğlu,

Allah rahmet eylesin.

10 yorum:

  1. İlginç bir hikaye...
    Sonu kötü de bitmiş olsa, zamana inat hatırlaman, araman güzel...

    YanıtlaSil
  2. yeni gelenlere yer açmak için eskileri çıkarmak zorunluluğu niye?çıkmak istemese kimse ve hep arkadaşımız oalrak kalsa.allah rahmet eylesin.güzel ve hüzünlü bir hikaye.ben de bu aralar üniversiteden bir arkadaşıma ulaşmaya çalışıyorum.ama henüz başarılı olamadım.

    YanıtlaSil
  3. İnsanlar hayatımızın dışında kaldığında aslında onlar hep var olacak duygusunu da taşıyoruz bir yandan.. En azından bir yerlerde soluk alıp verdiklerini bilmek istiyoruz.. Ben de anılarımın olduğu bir arkadaşımın göçüp gittiğini olaydan tam beş yıl sonra öğrenmiştim. Bir intihardı maalesef. Mekanı cennet olsun Namık'ın.. Başın sağolsun senin de sevgili Vladimir..

    YanıtlaSil
  4. başın sağolsun arkadaşım senin de. bu aralar ölüm çok sık yoklar oldu bizi ne yazık ki...

    YanıtlaSil
  5. Yavaş yavaş ölüyoruz usta. Başın sağolsun.

    YanıtlaSil
  6. Üzgüldüm çok :((((

    Başın sağolsun.

    Ben hep geç kalıyorum senin en kötü anlarında yanında olamıyorum :(

    YanıtlaSil
  7. Başınız sağolsun.Ama yaş bir yerlere ( 40 lılara ) geldikten sonra insan önce senede bir iki,daha sonra da sıklaşarak almaya başlıyor bu haberleri.Alışmayı sağladığından değil,ama sanırım daha bir dirayetle karşılamayı sağlıyor.Zamansız ölüm kimseye göstermesin,o yeterli.

    YanıtlaSil

Yorumlar